Darbe Hazırlamak ve Kamuoyunu Darbeye Hazırlamak - İLKE Analiz

Darbe Hazırlamak ve Kamuoyunu Darbeye Hazırlamak

Erol Erdoğan

Ülkemizde bir süredir “darbe iklimi”nden söz edilmektedir. “İklim” sevdiğim bir kelimedir; mevsim, coğrafya ve hava şartlarıyla ilgilidir, bu yönüyle doğaldır. Bir de “iklimlendirme” vardır. Soğutma yapılarak iç mekânlardaki ısı konforunun sağlanması ve hava neminin alınması işlemlerine iklimlendirme denir. Bu işlem, doğal bir süreci değil teknik bir işlemi ifade etmektedir. Ancak “iklimlendirme” işlemi de olumsuzluk içermemektedir.

Darbe hakkında konuşurken veya yazarken seçtiğimiz kelimeler, darbeyle ilgili konumlanışımızla ilgisiz değildir. Sözgelimi 28 Şubat’ta olanları tanımlarken kullanılan “süreç”, “darbe”, “post modern” kelimelerinin hepsi farklı muhtevalara ve konumlanışlara işaret etmektedir. Benzer şekilde, 27 Mayıs 1961’de olana “ihtilal” ve “darbe” demek farklıdır; iki kelime farklı yaklaşımlara ve duruşlara tekabül etmektedir.

Bu örneklerdeki kadar keskin farklılıklara yol açmıyor olsa da “darbe” ile “iklim” kelimesini yan yana kullanmamayı tercih ediyorum. Doğal, demokratik ve adil olmayan bir müdahaleyi tanımlayan “darbe” hâli, doğal ve anlamı pozitif yöne eğilimli “iklim” kelimesi ile yumuşatılmamalıdır. Kanaatime göre “darbe iklimi” yerine “darbe zemini” veya “darbe ortamı” demek uygundur. Bu sebeple, yazının devamında “darbe zemini” ifadesini tercih edeceğim.

12 Eylül 1980’e Giderken Darbe Zemini

Darbeler ve muhtıralar bakımından maalesef zengin bir tarihe sahip Türkiye’mizde, özellikle orta yaş üstündekilerin, darbeye zemin hazırlamak denilince, akıllarına ilk gelen, 12 Eylül 1980 darbesini yapan Kenan Evren’e atfedilen “şartların olgunlaşması” sözleri olacaktır. Kenan Evren, Türkiye’nin 17. Genelkurmay Başkanı iken, 12 Eylül 1980 günü saat 03.00’te emir komuta zinciri içinde başlattığı darbe ile devlet yönetimine el koydu. Evren’in darbe ekibinde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun vardı. Darbeci ekip kendisini Millî Güvenlik Konseyi olarak tanımladı. MGK, 7 Aralık 1983 tarihine kadar varlığını sürdürdü.

Kenan Evren’in söylediği ifade edilen cümle şöyle: “Müdahaleye karar vermeden bir yıl boyunca düşündük.” Ayrıca 12 Eylül döneminin İkinci Ordu Komutanı Orgeneral Bedrettin Demirel’in benzer bir cümlesine de ilgili metinlerde rastlanmaktadır. O cümle şöyledir: “Müdahaleden önce bir yıl düşündük, bir yıl önce planladık ama şartların olgunlaşmasını bekledik.”

Darbecilerin “şartların olgunlaşması” dediklerinin neler olduğunu Genelkurmay’ın 1982’de hazırladığı “Türkiye’deki Anarşi ve Terörün Durumu” raporundan görmek mümkün. İlgili raporda, siyasetin anarşiyi önleyemediği ve olayların sürekli arttığı, her gün cinayetlerin işlendiği anlatılıyor. Oysa o dönemde -bugünkünden farklı olarak- anarşi, terör, cinayet mahallerinin önemli bir kısmı askerin sorumluluğundaydı. Zaten darbecilerin, 12 Eylül 1980’de anarşi ve terörle kararlı, cesur ve amansız bir mücadelenin başlatıldığını söylemelerinden, ordunun darbeci kanadının anarşi ve terörle mücadele için darbeyi bekledikleri anlaşılıyor. Darbe anında başbakanlık görevinde bulunan Süleyman Demirel sonraki süreçte Evren’in bu söylemlerine karşı “Siz 11 Eylül 1980’de Antalya Tapu Müdürü müydünüz?” diye sorarak, darbeye giden süreçte, TSK’nın görevini yapmadığını ifade etmişti.

28 Şubat’tan 15 Temmuz’a Darbe Zeminleri

28 Şubat Darbesiyle ilgili analizlerde, darbe zemininin olgunlaştırılması kapsamında değerlendirebileceğimiz unsurların çeşitlendiğini görmek mümkün. 12 Eylül’e giden yolda anarşi ve terör gibi iki unsur darbe zeminini oluşturmaya dönük araçsallaştırılırken 28 Şubat darbesine giden yolda eğitimden ekonomiye, dini hayattan sivil toplum kuruluşlarına, cemaatlerden yazarlara kadar pek çok aktörün, siyasete yapılacak askeri müdahalenin geniş kitlelerce makul sayılmasını kolaylaştırmaya dönük roller üstlendiğini görüyoruz. Beşli Çete diye şöhret bulan Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu (TİSK), Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK İŞ) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunu (DİSK) 28 Şubat’ın en güçlü “darbe zemincileri” kabul edebiliriz. 15 Temmuz sürecinde darbeci terör örgütü (FETÖ) olarak karşımıza çıkan Fethullah Gülen ile ilişkili yapılar da 28 Şubat Darbesi’ne zemin hazırlamada ciddi işlev üstlendi. Yanı sıra Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin ile başlayan magazin boyutlu haberler de benzer işlev gördü. Dönemin Hürriyet ve Sabah’ı olmak üzere bazı gazeteler ve televizyonlar da darbe zemininin kıvama ulaşması için çaba içerisinde oldular.

15 Temmuz Darbesine giden süreçte ise, 12 Eylül ve 28 Şubat’a nazaran daha büyük boyutlu “darbe zemini” oluşturucuları devreye girdi. MİT Müsteşarının atanmasına yönelik ilginç itirazlar, sonraki dönemde MİT Müsteşarının ifadeye çağrılması, binlerce insanın telefonlarının yasadışı yollarla dinlenmesi, dershane tartışmaları, 17-25 Aralık operasyonları, MİT tırları, sonuncusu 28 Haziran 2016’da darbe girişiminden kısa bir süre önce Atatürk Havalimanı’nda gerçekleştirilen ve 45 kişinin ölümü ile sonuçlanan saldırılar silsilesi 15 Temmuz’un darbe zeminini oluşturan etmenler listesinde sayılabilir.

“Darbe Zemini” Derken Ne Anlamalıyız?

“Darbe zemini” veya “darbe iklimi” ifadeleri, yaygın olarak, askeri darbenin toplumun çoğunluğu tarafından “makul” karşılanması ile darbe sonrası darbeciler tarafından gerçekleştirilecek düzenlemelere ve hak ihlallerine desteği artırmaya dönük kamuoyu oluşturması anlamında kullanılıyor.

Bu yönüyle en başarılı “darbe zemini” 12 Eylül 1980 öncesinde oluşturuldu. 27 Mayıs Darbesi’nde ise 12 Eylül’e nazaran darbeye desteği artırmaya dönük daha düşük çabalar gösterildi. Darbe, o dönem o kadar “meşru” kabul edilmişti ki, muhtemelen bunu bildikleri için güçlü algı çabalarına ihtiyaç duymadılar.

12 Eylül 1980 öncesinde ise o kadar güçlü darbe zemini oluşturuldu ki, pek çok insan “iyi ki asker geldi” demekle kalmadı, darbecilerin hazırlattığı anayasa, 7 Kasım 1982 tarihinde yapılan oylamada yüzde 91,37 evet oyu aldı. Öyle ki, siyasi yasakların kaldırılmasının oylandığı 6 Eylül 1987 tarihli referandumda evet oyları ancak %50.16’ya ulaşabildi.

Zamanla toplumda darbe karşıtlığının gelişmesi, medya ve iletişim araçlarının çeşitlenmesi, başta ABD olmak üzere başka ülkelerin parmaklarının darbelerde görünür olması ve darbelerin siyasetin yanı sıra toplumsal dinamikleri de hedef almaya başlaması, askeri darbelerin toplumun çoğunluğu tarafından “makul” karşılanmasına yönelik kamuoyu oluşturma çabalarını da zorlaştırdı.

Elbette “darbe zemini” denilince sadece darbeye desteği artırıcı veya darbenin olağan karşılanmasını sağlayacak algı oluşturma faaliyetlerini anlamamalıyız. Bu hususa aşağıda yeniden değineceğim.

Darbe Zeminini Kimler Oluşturur?

Darbenin toplum tarafından “makul” karşılanması ile darbecilerin gerçekleştireceği düzenlemelere desteği artırmaya dönük oluşturulan kamuoyunu ifade eden “darbe zemini”nin oluşmasında çok sayıda faktörün etkisi var.

Toplumun orduya yüklediği anlam ile siyaset ve ordu ikilisini nasıl tanımladığı, bu ikisi arasında ilişkilere nasıl yaklaştığı, darbeden beklediği olumlu ve olumsuz sonuçlar darbe zemininin oluşmasında veya oluşmamasında birinci sırada yer alıyor. Darbenin birincil muhatabı siyaset ile darbenin birincil aktörü ordunun, toplumda “güvenilirlik” oranları da darbe kamuoyunun oluşmasında etkili olmaktadır.

Bunların yanı sıra medya, akademi, dini gruplar, yazarlar, entelektüeller, büyük şirketler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve uluslararası kuruluşlar da, halkın darbeye yönelik tutum ve davranışların şekillenmesinde kanaat oluşturucu roller üstlenmektedir.

Darbe Zemini Nasıl Dağıtılır?

Öncelikle darbe zeminini, darbeyi kolaylaştıran ve meşruiyet kazandırma potansiyeli olan her türlü anayasal, hukuki, idari, bürokratik, siyasi, diplomatik, askeri, ekonomik, medyatik unsurları içine alan geniş boyutlu bir süreç olarak düşünmeliyiz.

Darbeyi imkânsızlaştıran düzenlemeler, toplumun darbeyi desteklemesine yönelik algı oluşturma çabalarını da büyük ölçüde etkisizleştirecektir. Tersi de mümkündür: Darbeyi kolaylaştıran hâller, toplumun darbeyi desteklemesine yönelik algı çabalarının etkisini artıracaktır.

Türkiye’de sıkça yaşanan muhtıra ve darbelerin arkasında anayasal kuruluşlar ile hâkimiyetin kayıtsız ve şartsız milletin egemenliğine has kılacak temel araç olan siyasetin yargı ve asker bürokrasisi karşısında edilgen konumlanışı vardı. Turgut Özal döneminden itibaren başlayarak Recep Tayyip Erdoğan döneminde zirvesine ulaşan çabayla, siyaset ve toplum, darbe kurumları karşısında güçlendirildi ve darbeyi yasal hakka dönüştüren mevzuat ve kurumlar büyük ölçüde değiştirildi. Onun için her darbe veya muhtıra girişimi, bir öncekine göre zorlaştı. Benzer şekilde, her darbe veya muhtıra, öncekine göre daha güçlü toplumsal direnişle karşılaştı.

Böyle de olsa, “ülkemizde artık darbe girişimi olmaz” diyemeyiz. Teknoloji, diplomasi, istihbarat, iletişim, ekonomik gelişmelere paralel olarak darbeler de sistem ve yöntemler bakımından değişmektedir. Dünün darbe sembolü postal iken bugünlerde darbelerin aracı uçaklar-jetler ve dijital gruplar olmuştur. Değişim sürecek, darbeler de değişimlerden etkilenerek yeni biçimler kazanacaktır.

“Dünün darbe sembolü postal iken bugünlerde darbelerin aracı uçaklar-jetler ve dijital gruplar olmuştur.”

Darbeleri imkânsızlaştıracak adımlar atmalıyız. Bu adımlar, aynı zamanda toplumun darbelere alıştırılmasına ve desteklemesine yönelik kamuoyu oluşturma faaliyetlerini de deşifre edecek ve etkisizleştirecektir.

Darbelerden tamamen emin olmak için bürokrasimizi şeffaflık ve denetim, ekonomimizi adaletli gelir dağılımı, demokrasimizi siyasal katılım, dernek ve vakıflarımızı sivillik, medyamızı doğru habercilik, üniversitelerimizi akademik çalışma ve araştırmada güçlendirmeliyiz. Bu değerlerimizi eğitimin her kademesinde açık ve örtük müfredat olarak işlemeliyiz.

Ayrıca 16 Nisan 2017 referandumuyla kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihi itibarıyla uygulanmaya başlanan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminin kültür, teamül ve mevzuatının ikmal edilerek demokratik, şeffaf, katılımcılık yönlerinin güçlendirilmesi de darbelerle mücadele bakımından önemli olduğu kadar “Yeni Türkiye” için de elzemdir. Bunları yaparken darbelere karşı da teyakkuzda olmalıyız. Ancak darbelere karşı dikkatli olmaya çalışırken ortaya konulan yaklaşımlar, darbeciler ve çıkar grupları ile yangından sigarasını yakmak isteyen hasislerin işine yarayacak biçimde olmamalı, toplumu güvensiz ve aşırı şüpheci duruma da düşürmemelidir.

Özallı yıllarla başlayan, 28 Şubat’ta bir kültür olarak kendini inşa etmeye çalışan, 27 Nisan 2007 muhtırası ile yapabileceğine inanan ve 15 Temmuz 2016’da sokakta varlığını dosta düşmana gösteren darbe karşıtlığına güveniyorum. Milletimiz, 15 Temmuz gecesinde olduğu gibi bundan sonra da, siyasetçisi ve vatansever askeriyle, genci ve yaşlısıyla, gazeteci ve sanatçısıyla, şehirlisi ve köylüsüyle, kadını ve erkeğiyle yine darbelere karşı duracaktır. Ancak her direnişin sonuçları olacaktır. İşte bu sonuçların hasar boyutunu azaltmak için yukarıda sıraladığım hususları bir an önce yapmalıyız.

0 yorum

Diğer Yazılar