Necmettin Erbakan ve Milli Görüş Hareketi Üzerine Siyasi Sosyolojik Bir Deneme - İLKE Analiz

Necmettin Erbakan ve Milli Görüş Hareketi Üzerine Siyasi Sosyolojik Bir Deneme

Mahmut Hakkı Akın

Milli Görüş Hareketi, genelde Türk siyasi hayatı literatüründe Türk Sağına dahil edilerek analiz edilir. Akademik çevrelerde bu tez desteklense bile harekete mensubiyet duyanların bir kısmı onu sağın ve solun ötesinde bir yerde tanımlar ve bu teze karşı çıkar. Elli yılı aşan tarihe sahip bir siyasi hareketi içinden ve dışından tanımlama çabalarının farklı yönlere vurgu yapması anlaşılabilir bir durumdur. Her iki görüşü de haklı çıkaracak yönler bulunabilir. Ancak genel bir ilgi görmesine ve üzerinde bazı değerli çalışmalar yapılmasına rağmen Necmettin Erbakan’ın siyasi mücadelesinin hangi sosyolojik temeller üzerine geliştiği meselesinde yeni, dönemsel ve odak çalışmalara da ihtiyaç duyulmaktadır.

Hiçbir siyasi hareket boşlukta ortaya çıkmadığı gibi Milli Görüş Hareketi de kendiliğinden bir anda mucize gibi ortaya çıkmamıştır. Her siyasi hareketin belli milatları, bölünmeleri, birleşmeleri vb. olabilir. Ancak özellikle de organize hale gelmeyi başarmış ve kendisi için “siyasi hareket” denilebilen organizasyonlar, tarihsel ve sosyolojik sürekliliğin bir ürünüdür. Bu organizasyonlar, söz konusu sürekliliğin izlerini taşır ve kendileri için uygun olan şartlar oluştuğunda ortaya çıkar. Milli Görüş Hareketi, cumhuriyet dönemi toplumsal değişim süreciyle doğrudan ilişkili bir harekettir. Bir yandan Cumhuriyet Halk Partisi’nin tek parti dönemi uygulamalarının karşısında reaksiyoner bir yöne sahiptir. CHP ve batılılaşma karşıtı geleneğe aidiyeti, onu Türk Sağına dahil edenler için de bir temel teşkil etmektedir. Bir yandan da hareketin gelişmesi ve organize olması, göç dolayısıyla Türkiye’de yaşanan büyük kentleşme süreciyle ilgilidir. Göçün ürettiği toplumsal gerçeklik, Milli Görüş Hareketinin siyasette bir alternatif olmasını, sadece taşrada ya da kırsal bölgelerde değil, büyükşehirlerde dikkat çekmesini sağlamıştır. Bu siyasi oluşuma toplumsal meşruiyetini sağlayan önemli saiklerden biri bu genel hareket ve ona bağlı çeşitli hareketliliklerdir. Jakoben bir toplum mühendisliğinin karşısında kendi direnme imkanlarıyla göç gibi büyük bir değişimi çok yönlü tecrübe eden insanları anlamak gerekmektedir. Ayrıca Milli Görüş Hareketinin 1970’li yıllardan itibaren Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki insanlara ulaşma potansiyeli de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu hareket, toplumsal taban itibariyle iki değişim arasında kalan kitlelerin kimlik krizinden doğmuş bir siyasi hareket olarak tanımlanabilir.  

Milli Görüş Hareketinin gelişmesi ve organize olması, göç dolayısıyla Türkiye’de yaşanan büyük kentleşme süreciyle yakından ilgilidir.

Bugüne kadar Milli Görüş Hareketinin dört siyasi partisi kapatılmıştır. Bu olay bile hareketin kimlik krizi üzerine inşa edildiğiyle ilgili bir veri olarak kabul edilebilir. Milli Nizam Partisi 1970’te kurulmuş, 1971’de kapatılmış; Milli Selamet Partisi 1972’de kurulmuş, 1980’de kapatılmış; Refah Partisi 1983’te kurulmuş, 1998’de kapatılmış; Fazilet Partisi ise 1997’de kurulmuş ve 2001 yılında kapatılmıştır. Burada Milli Görüş’ü klasik merkez sağ çizgiden ve Milliyetçi-muhafazakar siyasi alandan ayıran bir taraf vardır. Askeri Darbeler dışında sağ siyasi partiler kapatılmamıştır. 27 Mayıs Darbesi sonrasında Demokrat Parti kapatılmış, 12 Eylül Darbesi sonrasında sağ ya da sol demeden bütün siyasi partiler kapatılmıştır. Onun dışında rejim tarafından marjinal olarak tanımlananlarla birlikte siyasi parti kanununa uymama gibi durumlarda partiler kapatılmıştır. 1990’larda Refah Partisi’nin büyümesi ve birinci parti haline gelmesi, 28 Şubat sürecinde hareketin iki siyasi partisinin kapatılmasına sebep olmuştur. İki değişim arasında kalan kesimin kimlik krizinin kavgası, doğrudan Milli Görüş Hareketi üzerinden yapılmıştır. Milli Görüş’ün bütün partilerinin kapatılmasında ana sebep laiklik ilkesine karşıtlık olmuştur. Laiklik, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devlet merkezli yaşanan değişime dahil olarak bu değişimin aktörü haline gelen kesimlerin çoğu için kültürel ayırt edici bir ilke görevi de görmüştür. Dolayısıyla Milli Görüş Hareketi, kültürel bölünmüşlüğün ürettiği kimlik krizinde laiklik ilkesi temelli belirlenen ayrışmada gücü elinde bulunduranlar tarafından kolaylıkla öteki ve tehlikeli ilan edilebilmiştir

Milli Görüş Hareketinin dört siyasi partisi kapatılmıştır. Bu olay bile hareketin kimlik krizi üzerine inşa edildiğiyle ilgili bir veri olarak kabul edilebilir.

Milli Görüş Hareketi, Necmettin Erbakan’ın kurucu karizmatik siyasi liderliğiyle organize olmuştur. Mütedeyyin bir akademisyen olarak Necmettin Erbakan, asistanlık yıllarından itibaren İstanbul’da Aydınlar Ocağı, Türk Milliyetçiler Derneği gibi sivil kuruluşlarla ilişkili olmuş, 1960 Darbesi sonrasında Adalet Partisi’ni, Ali Fuat Başgil’in cumhurbaşkanlığını desteklemiş, siyasi konum itibariyle CHP’ye muhalif bir çevrede yetişmiştir. Üniversiteden arkadaşı Süleyman Demirel’in başbakanlığında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nde aktif görevler üstlenmiş ve başkanlığa seçilmiştir. TOBB Başkanlığından AP hükümeti tarafından el çektirilmesine rağmen 1969 genel seçimlerinde AP’den milletvekili adaylığı için başvuruda bulunmuştur. Sağ ve sol ayrışmasının 1960’lı yıllarda daha da belirgin hale geldiği düşünüldüğünde Necmettin Erbakan, AP’nin “aşırı sağ” kadrosuna yakın görülmüş, AP’den aday gösterilmemesine rağmen “sağı bölmeyen bağımsız aday” imajına sahip olmuştur. Siyasete ilk çıkışında sağı bölmemeyi CHP karşısında takdire şayan bir konumlanma olarak karşılayanların bir kısmı 1973 seçimleri sonrasında MSP’nin CHP ile koalisyon ortağı olmasını tepki göstermiştir. Sağ-sol ayrışmasının daha gerilimli bir şekilde devam ettiği ve yerelde gruplar arasında şiddetin dozunun daha da arttığı 1970’li yıllarda CHP ile koalisyon yapabilmiş tek parti MSP’dir. Bu tercihin Necmettin Erbakan’a ve MSP’ye elbette siyasi maliyeti olmuştur. Ancak bu tercihin Milli Görüş Hareketini değerlendirirken üzerinde durulması gereken bir tercih olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Ortanın Solu Hareketinin değişme iddiasının temelinde Milli Görüş Hareketinin de odaklandığı kriz bulunmaktadır. Bülent Ecevit’in klasik devlet partisi çizgisinden uzaklaşmak, varoşlardaki insanı tanımlayıp yargılamanın ötesinde onun derdini tespit etmekle ilgili “halk partisi” olma kaygısı ve çabası da CHP ile MSP koalisyonunun bir başka yönüdür. Koalisyonun MSP’ye çıkan maliyetinin seçmen nezdinde CHP’ye çıkmadığı da ayrıca belirtilebilir. Aksine bir sonraki seçimde CHP çok partili hayatta aldığı en yüksek oy oranına (%41,4) ulaşarak tek başına iktidar olmayı kıl payı kaçırmıştır. CHP ile birlikte olmanın maliyeti bugün de Saadet Partisi açısından tartışılan güncel bir konudur.

CHP ile birlikte olmanın maliyeti bugün de Saadet Partisi açısından tartışılan güncel bir konudur.

Cumhuriyet dönemi İslamcılığı açısından Necmettin Erbakan, sosyolojik değişime bağlı kültürel ve entelektüel gelişimin siyasetteki tamamlayıcılarından biri olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan çatışmalar sonucunda uzun bir fetret devrine giren ve kendisine Milliyetçilik ve muhafazakarlık altında yer bulabilen İslamcılık, 1960’larda daha görünür hale gelmiştir. Yeni dernekler, dergiler, kitaplar yoluyla İslam dünyası hakkında farkındalığın artması, bu dönemde İslamcılık etrafında Milliyetçilik ve muhafazakarlıkla mesafesini daha da arttıran yorumların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Milli Görüş Hareketinin bu değişim sürecinde 1970’lere doğru Milliyetçilikten nispeten ayrılmış İslamcı ve muhafazakar bir söyleme sahip olduğu görülebilir. Buna bağlı olarak da farklı ve hatta birbirine epey mesafeli dini yorumlara sahip gruplar Necmettin Erbakan’a destek vermiştir. Elbette bazı dini cemaatler ve radikal yorumlara sahip olanlar arasında hiçbir şekilde Milli Görüş Hareketine destek verilmemesi gerektiğini savunanlar da bulunmuştur. Ancak Necmettin Erbakan’ın söyleminin ciddi bir çeşitliliğe hitap etme başarısı göz ardı edilemez. 1970’lere gelindiğinde Milli Görüş Hareketi toplumsal değişmeye bağlı olarak siyasetteki çeşitlenmenin bir tarafı olmuştur. Bu nedenle Necmettin Erbakan’ın AP’den siyasete girmesi kabul edilseydi bile ilerleyen zamanlarda partiden belli bir grupla kopuş yaşaması tahmin edilebilirdi. MNP’nin kurulduğu 1970’de AP’den “aşırı sağ” grup ayrılmış ve Demokratik Parti’yi kurmuştur. 1973 seçimlerinde %11 oy alan bu parti, 1977 seçimlerinde %1 oy almış, üyelerinin büyük çoğunluğu da AP’ye dönmüştür. Milli Görüş partileri farklı oy oranlarına sahip olsalar bile siyasi alandaki farklı konumlanmaları sayesinde varlıklarını sürdürmeyi başarmışlardır.

Cumhuriyet dönemi İslamcılığı açısından Necmettin Erbakan, sosyolojik değişime bağlı kültürel ve entelektüel gelişimin siyasetteki tamamlayıcılarından biri olmuştur.

12 Eylül sonrasında yeniden çoklu partili hayata dönüş aşamasında Anavatan Partisi’ni kuran Turgut Özal’a Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in partiye MSP’li ve MHP’lileri almaması yönünde bir uyarısı olmuştur. Turgut Özal’ın kendisi de 1977 genel seçimlerinde MSP’den İzmir milletvekili adayı olmuşsa da seçilememiştir. Darbe öncesinde de AP hükümetinin başbakanlık müsteşarlığı görevini üstlenmiştir. 1980’lerin siyasi ortamında Necmettin Erbakan’ın siyasi yasaklı olduğu dönemde Refah Partisi’nin kurulması, mevcut siyasi konjonktürde pek çok kesim tarafından sanki bir tabela partisinin kuruluşu gibi görülmüştür. Siyasi yasakların kalkmasının ardından RP, 1987 seçimlerinde %10 barajını aşamamıştır. Ancak %7 oy alan partinin 1980 öncesindeki son genel seçimle kıyaslandığında partinin oy kaybının çok olmadığı, %1 civarında bir kayıp yaşamıştır. Ancak partinin aldığı oyların bölgesel dağılımına bakıldığında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki illerde çok yüksek oranlara ulaştığı dikkat çekmektedir. Bir sonraki genel seçimde Alparslan Türkeş liderliğindeki Milliyeçi Çalışma Partisi ve Aykut Edibali liderliğindeki Islahatçı Demokrasi Partisi ile seçim ittifakı yapılması, Kürt seçmenlerin RP’ye desteğinin çok yüksek oranda düşmesine sebep olmuştur. Bu tercih, tarihsel süreklilikte yeniden Milliyetçi ve muhafazakâr bir çizgiye ve Türk Sağının merkezine yaklaşılması olarak da anlaşılabilir. İktidar olmak isteyen bir siyasi partinin merkeze doğru yönelimi, kendi parti tercihlerinin yanında 1980’li ve 1990’lı yılların oluşturduğu yeni toplumsal gerçeklikle de ilgilidir.  

İktidar olmak isteyen bir siyasi partinin merkeze doğru yönelimi, kendi parti tercihlerinin yanında 1980’li ve 1990’lı yılların oluşturduğu yeni toplumsal gerçeklikle de ilgilidir. 

RP, 1990’lı yıllarda Türkiye’de ciddi bir yükselişe geçmiş, daha önce oy alamadığı farklı kesimlerden de oy almayı başarmış bir siyasi partidir. İstanbul ve Ankara başta olmak üzere pek çok büyükşehir ve il belediyesinin kazanıldığı 1994 yerel seçimlerindeki büyük başarının ardından 1995 genel seçimlerinde birinci parti olmuştur. Bu yükselişte şüphesiz belediyeciliğin özellikle önemli bir payı vardır. Belediyecilik çalışmalarının yerleşim birimlerinde sadece alt yapı meselelerini çözmenin ötesinde kitlelere ulaşma ve onların sorunlarını çözme odaklı hareket etmeyle ilgili bir yönü de vardır. Bu iletişim ve sorun çözme becerisi, Milli Görüşçüler açısından kendileri için oluşturulan algıların kırılmasına da imkan tanımıştır. Bu yıllarda kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, siyasi tartışmaların halkın gözü önünde yapılması ve farklı tarzda bir siyasileşme de meselenin bir başka yönüdür. Siyasetin dinamik bir zemin üzerinde, kendini yenileyebilen ve onaran sürekliliğine karşılık Türkiye’de askeri ve sivil bürokrasi ile sermayeden ciddi pay alan medya, sanayiciler gibi bazı kesimler, kendi güçlerini muhafaza edecek bir statüko sürekliliğini arzu etmişlerdir. Milli Görüş Hareketinin kendi varlığını üzerine inşa ettiği ve sürdürdüğü kimlik krizinin en gerilimli çatışması 28 Şubat sürecinde yaşanmıştır. Bu darbe, sadece RP’ye ve Necmettin Erbakan’a yapılmanın ötesinde Türkiye’nin tarihsel ve sosyolojik değişim sürekliliğine karşı bir hareket olarak da değerlendirilmelidir. 2000’li yıllar 28 Şubat sürecinin tarihsel ve toplumsal gerçekliğin karşısına yaptığı kumdan kaleleri yıkarak kendi gerçekliğini kendi dinamikleri üzerinden yeniden üretmiştir.

28 Şubat sadece RP’ye ve Necmettin Erbakan’a yapılmanın ötesinde Türkiye’nin tarihsel ve sosyolojik değişim sürekliliğine karşı bir hareket olarak da değerlendirilmelidir.

Milli Görüş Hareketi, iddiaları, çatışmaları, yaptıkları ve yapamadıklarıyla güncel siyaset sınırlılıklarına da sahiptir. Sadece entelektüel bir hareket olmanın ötesinde doğrundan sahada, siyasi gerçekliğin çok yönlü ve değişken ve hatta bazen çelişkiler üretme potansiyeline bağlı zemininde varlığını sürdürmüştür. Bu nedenle dönemsel etkiler ve olaylar bir siyasi hareket olarak Milli Görüş’ü değerlendirirken özellikle önemsenmesi ve dikkat edilmesi gereken unsurlardır. Bir yandan da bu hareketin kendi sürekliliğinde kendisini ayakta tutan bir omurga söz konusudur. Oy oranlarının değişmesine, başarılar ve kayıplar yaşanmasına rağmen devam eden bir süreklilikten ve siyasi alanda hareketliliklerden bahsedilebilir. Değişen toplumsal gerçekliğin görünmeyen ve görülmek istemeyen ötekileştirilen aktörlerinin siyasi, ekonomik, kültürel vb. farklı alanlara taşınması da bu sürekliliğe dahildir.

0 yorum

Diğer Yazılar