Küreselleşmeyle birlikte egemen devletlerin alanlarını baskılayan en önemli araçlardan biri hiç kuşkusuz “sosyal medya” oldu. Son 20 yılda egemen devletlerle ilişkisi günbegün değişen sosyal medya araçları hızlı bir şekilde genişledi ve çeşitlendi. Bireyler açısından sosyal medya platformlarının sınırsız bir özgürlük alanı olarak kabul gördüğü ve bu platform aracılığıyla aldıkları haberleri çok daha güvenilir bulduğu da çeşitli araştırmalarla ortaya koyuluyor. Belli kurumlara ve ödeneklere bağlı olmayan basın çalışanlarına duyulan güvenin bu algıdaki etkisi tartışılmaz. Özellikle bireylerin sesini duyurması, hak ve adalet arayışları üzerinden pek çok kez gündemimize gelen sosyal medya, etki gücünü ciddi bir biçimde hissettirdi. Fakat son günlerde yaşanan gelişmeler, bireylerin bu mecralardaki hak ve özgürlüklerinin sınırlarının şirket sahiplerinin finansal ve/veya şahsi amaçlarına tabi olduğunu gösterdi. İktidarların basın ve haberleşme üzerinden belirleyiciliğine karşı daha güvenilir, bağımsız ve önemli bir alternatif olarak algılanan ve adaletin ve demokrasinin önemli bir sözcüsü olarak kendini lanse eden sosyal medyanın, lokal içerikleri kısıtlayabilmesi, uluslararası bilgi akışında manipülasyon yapabildiğinin anlaşılması önemli bir kırılma oldu.
Facebook’un 2016 ABD seçimlerinde yaklaşık 50 milyon kullanıcıya ait kişisel verilerin usulsüz kullanımıyla seçime etki ettiği iddiaları sıcaklığını hâlâ korurken, Trump’ın sonraki seçimde sandık sonuçlarını kabul etmemesi ve ardından yaşanan olaylar tüm dünyanın gündemine oturdu. Kongre binasına yapılan baskın ile yaşanan şiddet olayları, ülkesi fark etmeksizin insanların ve resmi düzeyde devletlerin sosyal medya üzerinden paylaşımına konu oldu. İngiltere, Almanya ve Fransa gibi birçok ülke gelişmeleri demokrasiye aykırı olarak nitelendirdi.
Devletlerin bu değerlendirmeyi yapması ve açıklama yapması karşısında; Twitter, Instagram ve Facebook’un kendi terazisiyle hukuki değerlendirme yaparak egemen devletlerin elinde bulunmayan bir güçle kişiye icrai olarak yaptırım uygulaması dikkate değerdir. Demokrasiye alenen aykırı hareket ederek, demokratik kurumları ortadan kaldıran ve onlarca insanın yaşam hakkına kasteden Sisi’ye karşı bir sosyal medya yaptırımı uygulanmadığı düşünüldüğünde, sosyal medya platformlarının söz konusu değerlendirmelerinde sistematik bir mekanizma ihdas etmediği, şirket çıkarı ve güç ilişkilerinin esas alındığı ortaya çıkmaktadır. Trump’a karşı yapılan sansür ve sınırlandırma, özgürlük tartışmasının ve paylaşımların içeriğinin hukuki olup olmamasının ötesindedir. Gelişmeler sosyal medya yönetimlerinin ancak kendi yaşam alanlarındaki şahsi risk algılarına göre harekete geçtiği izlenimini vermektedir.
Sosyal medyaların ileride yaşanabilecek gelişmelerde ne yönde aksiyon alacağı belirsizdir. Sosyal medya şirketlerinin kendi demokrasi ve hukuk tanımlarına göre alacağı pozisyon, geleceğimiz için çok ciddi bir soru işaretidir. Uzun zamandır tek egemen olan devletler erkler ayrılığıyla ve fren denge mekanizmalarıyla sınırlandırılmış; mutlakiyetçiliğe karşı birey hakları ciddi kazanımlar elde etmiştir. Tüm bu kazanımların neticesinde kanunlar, kararlar, yargı mercileri ve üst yargı mercileri oluşturulmuştur. Bugünün egemen güçleri olmaya aday sosyal medya platformlarının tüm bu mekanizmalardan yoksun olmasının yanında uluslararası toplumda bu platformları düzenleyen ilkesel kararların dahi olmaması çağımızda üzerinde durulması gereken en önemli hususlardandır.
Şirketlerin devletler üstü pozisyonu ile yönetici ve yönlendirici konumu uzun yıllardır siyasetin ve dünyanın geleceği bağlamında tartışılan meselelerden. Sosyal medya uygulamalarının kâr amacı güden şirketler olduğu düşünüldüğünde bu tartışmaların yakında bir üst seviyeye çıkması sürpriz olmayacaktır. ABD seçimlerine etkili olacak kişisel verileri üçüncü kişilere sattığı bilinen Facebook, sahibi olduğu WhatsApp anlık mesajlaşma uygulamasında kişisel verilerin üçüncü kişiler ile paylaşımına izin vermemizi zorunlu hâle getiriyor. Herhangi bir para kazanma modeli bulunmayan WhatsApp’ın zarar ettiği bilinen bir gerçekti. Yeterince kullanıcıya erişen ve kullanıcılarını bağımlı hale getiren Whatsapp, geldiği nokta itibariyle karşı konulamaz olduğunu düşünecek ki kişisel verilerin satılmasına onay vermemizi bekliyor. Bu durum esasında onay değil, bir icbardır. Elbette, özel bir şirketin kullanım şartlarını istediği gibi belirleme özgürlüğünden bahsedilebilir. Ancak yukarıda da açıkladığımız üzere sosyal medya platformları özel bir şirketin ötesinde etkinliğe sahiptir. Ayrıca burada dikkat çeken en önemli husus, şartların tüm toplumlarda aynı olmaması. WhatsApp, AB’ye üye ülkelerde şirketler grubunda yer alan şirketlerle ve üçüncü kişilerle veri paylaşımını zorunlu tutmazken Türkiye’nin de içinde bulunduğu ülkelerde veri paylaşımını zorunlu tutmaktadır. Avrupa Birliği’nin kişisel veriler konusundaki hassasiyetinin bu kararda önemli olduğu düşünülmektedir. AB kişisel verilerin işlenmesi, aktarılması, saklanması ve imha edilmesi konularına dair detaylı bir mevzuata sahip ve bu konuda esnek bir politika gütmüyor. Türkiye’de de KVKK kapsamında benzer düzenlemeler var, fakat Türkiye’nin bu hassasiyetinin vatandaş nezdinde de desteğe ihtiyacı bulunmaktadır. Zira hiçbir Whatsapp kullanıcısının kalmayacağını düşünseydi böyle bir ayrıma gitmeyecekti. Tüm dünya devletleri, bu tarz verilerin paylaşılması konusundaki kararları vatandaşının rızasına bakmadan vermelidir. Vatandaşın alelade bilgilerinin toplu halde şirketlerin elinde işlenerek kullanılması hiç kuşkusuz devletlerin ulusal güvenliklerini ciddi şekilde tehdit edecektir. Vatandaşın küçük menfaatleri ve alışkanlıkları için dev sosyal medya platformlarına boyun eğmesi kabul edilemez bir durumdur.
Devlet kontrolünün mutlak anlamda özgürlük ihlali olarak sunulması da, sosyal mecraların kendi otonomilerini koşulsuz olarak kurmak için yarattıkları algıya dayanmaktadır. Türkiye yakın geçmişte sosyal medya yasasını hazırlarken, Türkiye’deki kullanıcılar bu yasa hazırlığını sosyal medyada hissettikleri sınırsız özgürlüklerinin kısıtlanma riski olarak gördü. Kullanıcıların çoğunun bir Anayasayla bağlı oldukları devletin, platformları düzenlemesini kabul edilemez bulurken bu platformların süre gelen engellerine aynı derecede ses çıkartmadığını görmekteyiz. Devlete karşı hakkını ve hukukunu koruma güdüsünde olan bireyler, günlük alışkanlık hâline gelen uygulamaları yöneten şirketlere karşı bu alışkanlıkların etkisi altında gereğinden fazla esneklik tanıyabilmektedir. Birçok egemen güç, kendi ülkelerinde benzer düzenlemeleri yapmasına rağmen Türkiye’deki gelişmeleri internet özgürlüğünün kısıtlanması olarak yorumladı. Verilerin güvenliği ciddi bir problem olup iç ve dış siyasetten bağımsız olarak ülkemizde tartışmaya açılmalıdır. Yapılmak istenen düzenlemelerin vatandaş nezdinde doğru anlaşılabilmesi için çalışmalar yapılmalı, tartışmalar açılmalı ve uzlaşı zemini oluşturulmalıdır.
Ancak burada esas vurgulanması gereken insan ve hak hürriyeti çerçevesinde bilgi manipülasyonunun ve özgürlük erozyonunun yeni aktörlerinin tekelciliğine ve kudretli belirleyiciliğine doğru tavrın koyulması zaruretidir. Doğrunun, hakkın ve adaletin başkalarının, üstelik amaç ve hedeflerinin anlaşılması güç mesafede olan başkalarının, çerçevelediği gözlüklerden bakmak zorunda olmak, insan onuru açısından oldukça yaralayıcı ve hak gaspının yeni bir türüdür. Reel kurumlarla irtibatı azaltan bu tavır, toplumların sorun çözme kapasitesini önemli ölçüde azaltmakta, şirket-bağımlı bireyler meydana getirmektedir. Anlayışları ve buna bağlı olarak tavırları belirleyen bir nevi kaos ortamı oluşturan bu puslu havanın hakkın tevdi edilmesini mümkün kılmayacağı gibi yeni haksızlıkların da mecrası olabileceği unutulmamalıdır.
Sonuç olarak gerek Trump’a getirilen erişim engeli gerekse Whatsapp’ın kullanım şartlarını değiştirmesi geniş bir perspektifte tartışılmalıdır. Devletler kişisel verilerin toplu halde özellikle de işlenerek kullanılmasının risklerine karşı vatandaşlarını aydınlatmalı ve süreci yakından takip etmelidir. Geleceğin en büyük problemlerinden biri olacağa benzeyen bu sorunun nasıl çözüleceği merak konusudur. Askıya alınması gereken hesaplar ve silinmesi gereken paylaşımların belli konularla sınırlandırılarak devletlerin yargı mercilerine bırakılması yerinde olabilecekken, sosyal medyaların daha hızlı hareket etmesini gerektirecek binlerce vakayla karşılaşması da pek muhtemeldir. Sosyal medya platformlarının bu konularda uluslararası bir çatı altında ilke kararlar alması ve bu ilkelere uyacağını taahhüt etmesi bir çözüm olarak sunulabilir. Sosyal medyaların karar mercii olması durumunda yeni bir hukuki rejimden, yeni bir egemenden bahsetmek gerekecektir.