İngiltere’nin Göçmen Kampı: Ruanda - İLKE Analiz

İngiltere’nin Göçmen Kampı: Ruanda

Ömer Faruk Özbil

İngiltere ve Ruanda, 14 Nisan tarihinde İngiltere’ye kaçak yollarla gelen sığınmacıları Ruanda’ya gönderecek “Göç ve Ekonomik Kalkınma Ortaklığı” anlaşması imzalamıştır. Ruanda Dışişleri Bakanı Dr. Vincent Biruta ve İngiltere İçişleri Bakanı Priti Patel tarafından Ruanda’nın başkent Kigali’de imzalanan anlaşmaya göre İngiltere, göçmenlerin Ruanda’daki konaklama, eğitim ve diğer Vincent Biruta ihtiyaçları için 120 milyon sterlinlik ödeme yapacaktır.

İki ülke arasındaki göçmen anlaşmasına dünya kamuoyu tarafından oldukça yoğun eleştiriler yapılmıştır. Göçmenlerin iradeleri dışında üçüncü bir ülkeye gönderilmeleri insan haklarına aykırı bulunmuştur. İngiltere ve Ruanda tarafı ise kamuoyunu ikna etmek için birtakım çalışmalar yürütmüştür. Anlaşmanın hemen ardından Ruanda Hükümeti hummalı bir hazırlığın içerisine girmiştir. Çok sayıda basın mensubu davet edilerek gelen göçmenlerin ağırlanacağı tesislerin açılışı yapılmıştır. İngiltere’ye kaçak giren göçmenlerin yanı sıra aileler, bekarlar ve yaşlılar dahil olmak üzere tüm kategorilerdeki insanları ağırlamak için farklı tesisler hazırladıklarını kamuoyuna ilan etmişlerdir. Ruanda, İngiltere’nin dünya kamuoyunu ikna etmek ve göçmenlerin güvenli şekilde yaşayacaklarını göstermek için ihtiyacı olan kanıtları sunmuştur.

Göçmenler ve sığınmacıların, tıpkı Ruandalılar gibi hareket özgürlüğüne sahip olacakları, bu tesislerde gözetim altında yaşamak zorunda kalmayacakları açıklanmıştır. Gelen göçmenlerin 5 yıl boyunca tesislerde ağırlanacağını, daha sonra iltica başvurusu yapma hakkına sahip olacakları duyurulmuştur. Bu açıklamalar sayesinde göçmenlerin iradelerinin kısıtlanmadığı aksine kendilerini bekleyen mutlu bir gelecek olduğu algısı kamuoyu ile paylaşılmak istenmiştir.

İlk Başarısız Deneme

Göçmenleri taşıyan ilk uçuşun 14 Haziran 2022’de yapılması planlanmıştır. İlk yapılan açıklamada grubun 50 kişi olacağı söylenmiş olsa da uçuş günü geldiğinde gidecek göçmen sayısının sadece 7 olduğu kamuoyu ile paylaşılmıştır. Dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Liz Truss sayının hiçbir öneminin olmadığını, uçağın her halükarda havalanacağını söylemiştir. İngiltere tarafının amacı bir an önce bir kişi bile olsa göçmenleri Ruanda’ya göndererek böylesi bir anlaşmanın uygulanabilirliğini kanıtlamak ve sonrası için emsal oluşturmak olduğu net şekilde anlaşılmaktadır.

Lakin Ruanda’ya yapılması planlanan ilk uçuş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) insan haklarını ve temel özgürlüklerini konu edinen 39. maddesini gerekçe göstererek son dakika müdahalesinin ardından iptal edilmiştir. K.N. adlı Iraklı bir kişinin yaptığı başvurunun değerlendirilmesi üzerine, göçmenlerin Ruanda’ya gönderilmesi durumunda “geri dönüşü olmayan zarar riski” ile karşı karşıya olduğu belirtilmiştir. AİHM’de görülen dava sonuçlanan kadar göçmenlerin Ruanda’ya gönderilmesi süreci askıya alınmıştır.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi (UNHRC), söz konusu göçmen anlaşmasının İngiltere’nin de paydaşlarından olduğu 1951 Uluslararası Mülteci Sözleşmesi kapsamında sığınma başvurusu yapma hakkına müdahale ettiğini açıklamıştır. Göçmenlerin gönderilmesinin sadece sığınma talebi hükümlerini değiştirmekle kalmayacağı, aynı zamanda mülteci korumasına ilişkin uluslararası çerçeveyi de tehdit edeceği vurgulanmıştır. Ayrıca anlaşmanın İngiltere’nin 2018’de desteklediği Mültecilere İlişkin Küresel Mutabakatın yol gösterici hedeflerinden de saptığı belirtilmiştir.

İngiltere’de hükümet kanadı anlaşmanın yürürlüğe sokulması için gayret ederken ülke içindeki diğer gruplar anlaşmanın yürürlüğe sokulmaması için mücadele etmektedir. Sürecin sadece hukuki açıdan değil aynı zamanda seçmen ve vatandaşların beklentileri açısından da değerlendirilmesi gerekmektedir. Avrupa’da hızla yükselen bir göçmen karşıtlığı tutumu bulunmaktadır. Artan göçmen karşıtlığı, bu politikaların hayata geçirilmesi için siyasetçileri teşvik etmektedir.

İngiltere’nin Israrcı Politikası

Dönemin Başbakanı Boris Johnson, 120 milyon sterlinlik planın insan kaçakçılığını sona erdireceğini ve sayısız hayat kurtaracağını söylemiştir. Johnson, “Göçmenler İngiltere gelmek istiyorlar çünkü ülkemiz açıklık ve cömertlik timsalidir, bu sebeple onları Ruanda’ya göndermek için kişi başı 1 milyon sterlin harcayacağız.” şeklinde açıklama yapmıştır. Eski Başbakan Johnson, insan kaçakçılarının okyanusu sulu bir mezarlığa çevirmesini durdurmak için harekete geçilmesi gerektiğini savunarak, planlarının insancıl ve merhametli olduğunu iddia etmiştir. Amaçlarının bu plan sayesinde önemli bir caydırıcılık yakalamak olduğunu dile getirmiştir. 2020 yılında 8 bin civarında küçük teknelerde 28 bin kişi İngiltere’ye kaçak yollarla girmiştir. Johnson, planın 1 Ocak 2022’den bu yana yasadışı yollardan gelenleri etkileyeceğini ve önümüzdeki yıllarda potansiyel olarak on binlerce kişiyi kapsayacağını söylemiştir.

İngiltere, dünyadaki savaş ve karışıklıkların kısa sürede çözülmeyeceğini ve savaşın ortasında kalan sivillerin kendi ülkelerine doğru göç edeceğini anlamıştır. Buna yönelik en keskin ve önleyici tedbir olarak ülkeye kaçak yollarla girecek göçmenlerin henüz yola çıkmadan cesaretini kırmak ve geleceklerin İngiltere’de tutulmayarak üçüncü ülkelere gönderileceği mesajını kamuoyuna güçlü şekilde vermiştir. Bu mesaj sayesinde İngiltere’yi göçmenlerin popüler rotası olmaktan çıkartmayı amaçlamışlardır.

Johnson hükümetinin Dışişleri Bakanı olan ve göçmen anlaşmasının en ateşli savunucularından Liz Truss ise bu süreçte Başbakanlık görevini üstlenmiştir. Vaatleri arasında göçmen anlaşmasının aynen uygulanacağı maddesi de bulunmaktadır. Seçim kampanyasının bir kısmını göçmen karşıtlığı üzerinden yürütmüş ve başarılı olmuştur.

Ruanda Hükümeti Niçin İstekli

Ruanda Dışişleri Bakanı Biruta, sığınmacıların Ruanda yasalarına göre tam koruma, istihdama eşit erişim ve sağlık ve sosyal bakım hizmetlerinden yararlanma hakkına sahip olacağını söylemiştir. İmza töreninde konuşan Bakan Biruta, göçmenlerin güvenliğine ve esenliğine öncelik vermenin küresel bir sorumluluk olduğunu vurgulamış ve Ruanda’nın sığınmacıları ve göçmenleri barındırmak için Birleşik Krallık ile ortaklığı memnuniyetle karşıladığını belirtmiştir. İngiltere’nin 120 milyon sterlinlik ön yatırımı, Ruandalılar ve göçmenler için orta dereceli nitelikler, mesleki ve beceri eğitimi, dil dersleri ve yüksek öğrenim dahil olmak üzere çeşitli fırsatlar sunmasını finanse etmesi beklenmektedir.

Gelen göçmenlerin büyük bölümünün vasıfsız işçi oldukları gerçeği göz önünde bulundurularak, bu kişilerin uzun yıllar boyunca ekonomiye herhangi bir katkı sunmadan sadece tüketici olmaları istenmemektedir. Ekonomiye katkı sağlayacak ve topluma entegre olacak göçmenler, hem İngiltere hem Ruanda için yük olmaktan çıkacaktır. Bu kapsamda gelen 120 milyon sterlinlik fonun göçmenlere meslek kazandıracak kurslar için harcanması planlanmaktadır. Bu kurslardan sadece göçmenler değil aynı zamanda Ruandalıların da faydalanmaları amaçlanmaktadır. Göçmenlerle birlikte gelecek fonun Ruanda vatandaşlarının meslek sahibi olarak ekonomik refahlarını attırmalarına imkân sağlayacağı mesajı vererek iç kamuoyu ikna edilmek istenmektedir.

13,5 milyon nüfusa sahip küçük Afrika ülkesi Ruanda, hali hazırda 127 bin göçmene ev sahipliği yapmaktadır. Bu göçmenlerin 122 bini insani yardım almaktadır. Doğu Afrika’da yer alan, dört tarafı karayla çevrili bir cumhuriyet olan Ruanda, dünyanın en küçük ülkelerinden biridir. Makedonya ile aynı büyüklükte ama altı katı nüfusa sahip Ruanda Dünya Bankası’na göre, nüfusunun yarısından fazlası günde 2 doların altında yaşamaktadır.

Ruanda Hükümetinin tüm iç ve dış propagandalarının ve açıklamalarının sonucu olarak göçmen anlaşması konusunda çok istekli olduğu görülmektedir. İngiltere tarafından göçmenler için harcanması söz verilen bütçelerin çok yüksek olmayışı Ruanda’nın tek motivasyonunun fon bütçesi olmadığını kanıtlamaktadır. Göçmenlerin kabul edilmesi beraberinde ticari anlaşmalar ve siyasi açıdan desteklenmek gibi ülke ve hükümet çıkarlarına hizmet edecek getirilerinin olması muhtemeldir.

Uluslararası Toplumun Eleştirel Tavrı

Anlaşma metninin imzalanması ile birlikte kamuoyunda tartışma ve itirazlar yükselmiştir. BM mülteci şefi Filippo Grandi, İngiltere’nin “sorumluluğunu başka bir ülkeye ihraç ettiğini” söylemiştir. Öte yandan Birleşmiş Milletler Kıdemli Hukuk Görevlisi Larry Bottinick, planı hem can sıkıcı hem de gereksiz olarak nitelemiştir. Times Radio’ya yaptığı açıklamada, bu gibi anlaşmalar uluslararası hukuku ihlal ettiğini ve göz yaşartıcı derecede pahalı olduğunu kaydetmiştir.

İngiltere’deki BM Mülteci Ajansı ise anlaşmanın kaçakçılığı engellemek yerine daha fazla kaçakçılığa yol açacağını söylemiştir. Ajans yaptığı açıklamada İngiltere’nin sorumluluklarını mültecilerin üzerine yıkmak istediğini belirtmiştir. Mülteci Konseyi CEO’su Enver Solomon, İngiltere hükümetinin zalim ve çirkin kararı karşısında dehşete düştüğünü söylemiştir. İngiltere Kralı Charles’ın ise bu anlaşmayı “korkunç” olarak nitelendirdiği kamuoyu ile paylaşılmıştır.

Çok sayıda mülteci örgütü planı acımasız olarak eleştirmiş ve Ruanda’da yaşanan soykırıma atıfta bulunarak insan hakları sicilinin temiz olmadığını dile getirmiştir. Öte yandan Ruanda’nın, İngiltere’nin yeni kolonisi olacağına dair yorumlar yapılmıştır. İngiltere’nin bu hareketiyle kendi “Guantanamo”sunu mu kurmaya çalıştığına dair kaygılar dile getirilmiştir.

Ruanda Muhalefetinin Tutumu

Ruanda Demokratik Yeşiller Partisi Lideri Dr. Frank Habineza yaptığı açıklamada, Ruanda’ya direkt olarak gelmek isteyen mültecileri desteklediğini açıklamıştır. Lakin İngiltere de dahil olmak üzere zengin ülkelerin sırf paraları olduğu için sığınmacılara karşı olan yükümlülüklerini başka ülkelerin üzerine yıkmalarına karşı olduklarını belirtmiştir. Afrika’nın nüfusunun hali hazırda yüksek olduğunu vurgulayan Dr. Habineza, “Arazi çatışmaları ve doğal kaynaklar için rekabet nedeniyle arazilerimiz zaten hepimiz için yeterli değil.” şeklinde konuşmuştur.

Afrika’da nüfus artış hızı yıllık yüzde 2,6 olarak ölçülmüştür. Afrika’da nüfusun yüzde 41’i 15 yaş altı, 15-24 yaş gurubunda olanların oranı ise yüzde 19 olarak kayıtlara geçmiştir. Önümüzdeki 100 yıl içerisinde dünyadaki her 100 kişiden 40’ı Afrika’da yaşayacaktır. Kaynakların hızla azaldığı ve iklim krizinin bu denli etkisini arttırdığı bugünlerde bile yüksek nüfusları doyurmak zorken önümüzdeki yıllarda durum çok daha şiddetli bir hal alacaktır. Bu denli yüksek nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılayamaması halinde geriye sadece göç etme seçeneği kalmaktadır. Ruandalı muhalif liderin bu çıkışının oldukça haklı olduğu görülmektedir.

İngiltere’den göçmen almak, mevcut sınırlı doğal kaynaklar için arazi yükünü ve hayatta kalma zorluklarını artıracağını kaydeden Habineza, göçmen anlaşmasının sürdürülebilir olmadığını söylemiştir. Birleşik Krallık, göçmenlik konularındaki uluslararası yükümlülüğünü üstlenmeli çağrısında bulunmuştur.

Sonuç Yerine: İngiltere Neden Göçmenleri Göndermek İstiyor?

Manş Denizi’ni küçük teknelerle, tehlikeli bir yolculuk sonucunda geçerek İngiltere’ye ulaşan düzensiz ve kaçak göçmenler İngiltere için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Toplumsal refahın belli bir standardın üzerinde tutulması için nüfus planlaması şarttır. Buna bağlı olarak ülkeye gelen her göçmenin sığınmacı statüsüne alınması, ciddi harcamaların yapılması ve ardından da ülkenin bir parçası olarak kabul edilmesi oldukça zahmetli bir süreçtir. Bu süreçlere dahil olmayan, kaçak işlerde çalışan ve kayıtsız şekilde yaşayan göçmenler ise kayıt dışı ekonominin büyümesine, vergi ve çalışma sisteminin bozulmasına yol açmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda kaçak şekilde gelen göçmen sayısının tolere edilebilmesi sebebiyle sıradan mücadeleler haricinde ek bir önlem alınması ihtiyacı duyulmamıştır. Lakin COVID-19 pandemisiyle birlikte tüm dünyada baş gösteren yüksek enflasyon ve enerjiye ulaşım konusunda sıkıntılar gelir düzeyi düşük ülkelerdeki kişilerin daha yüksek ülkelere doğru kitlesel göçünü tetiklemiştir. Göçmen konusu henüz dünyanın gündemini domine etmese de gelecek 10 yılların en önemli gündem maddesi olacaktır. İngiltere’nin bu konudaki girişimleri gelecek göçmen dalgalarına karşı önlem almak amacıyladır.

Yer altı kaynaklarının sömürülmesi, iç savaşlar, yolsuzluklar gibi nedenlerle fakirlik ve yoksulluk çeken ülkelerin vatandaşları Avrupa gibi görece ulaşması kolay ülkelere gitmeyi amaçlamaktadırlar. Avrupa ülkelerinin refahından faydalanmak ve o refahın bir parçası olmak gibi amaç ve hayalleri bulunmaktadır. Lakin refahı korumak aynı zamanda nüfusu kontrol altından tutarak ve planlayarak mümkün olmaktadır. Düzensiz göçmenler sadece ekonomik açıdan değil sosyal, kültürel ve güvenlik açısından da toplumdaki düzene uyum sağlamakta güçlük çekmektedirler. Bu düzenin aksamasına ve bozulmasına yol açabilmektedir.

Tüm bu sebepler bağlamında İngiltere düzensiz göçün önüne geçmek için böyle bir anlaşmayı imzalamıştır. Lakin burada devreye temel insan hakları, etik ve ahlak gibi değerler girmektedir. Ülkesindeki yoksulluk ve güvensizlikten kaçan göçmenlerin iradeleri dışında uçaklara doldurularak farklı ülkelere gönderilmesi etik ve ahlaki açıdan bir tartışma ortaya çıkarmaktadır.

İnsan hakları ihlalleri ve göç arasında pozitif bir ilişki vardır. İnsan hakları konusunda en az güvenliğe sahip ülkelerin aynı zamanda dünyanın en büyük göç veren ülkeler olduğu bilinmektedir. Uluslararası Af Örgütü’ne göre, 2019’da tüm mültecilerin üçte ikisinden fazlası, İnsan Özgürlüğü Endeksi’nde sürekli en alt basamaklarda bulunan beş ülkeden (Suriye, Venezuela, Afganistan, Güney Sudan ve Myanmar) gelmektedir. Özellikle Suriye ve Afganistan gibi ülkelerdeki dış müdahaleler sonucu oluşan tahribatın sorumluları arasında İngiltere’nin de olması, göçmenlerin ülkelerini terk etme sebeplerinin birisi olduğu anlamına gelmektedir. Bu açıdan bakınca net şekilde bir sorumluluk reddi ortaya çıkmaktadır.

Avrupa’da politik ve toplumsal düzlemde göçmen karşıtlığının arttığı görülmektedir. 24 Haziran günü İspanya-Fas sınırındaki Melilla kentinde 23 göçmenin öldüğü, 100’den fazla kişinin yaralandığı facia sonrası Afrikalı göçmenleri vurarak öldüren İspanyol polisi, ülkenin Başbakanı tarafından methedilmiştir. Göçmen meselesini etik ve ahlaki açıdan ele alınmadığı sürece bu gibi katliamların sayısı giderek artması olası görülmektedir. İngiltere ise bu gibi katliamlar yerine kamuoyu tarafından görece daha az tepki toplayacak bir yöntem seçerek uygulamaya çalışmıştır. Özetle, ekonomik gelişmişliği yüksek olan ülkeler daha fazla göçmenin ülkelerine gelmesini engellemek için çeşitli yollara başvurmaktadır. Bu politikalar ahlaki açıdan son derece tartışmalıdır. Tüm bu tartışmalar ekseninde İngiltere’deki göçmenlerin kaderi ise önümüzdeki süreçte AİHM’den çıkacak kararın sonucuna göre belli olacaktır.

0 yorum

Diğer Yazılar