İlgisizlikten Eğlenmeye Yoksullukla Temasın Patolojik Hali - İLKE Analiz

İlgisizlikten Eğlenmeye Yoksullukla Temasın Patolojik Hali

Özgür Öztürk

Zymugnt Bauman “Bireyselleşmiş Toplum” kitabında toplumsal bağların giderek nasıl ortadan kalktığını, rekabetçi ruhun toplumun gediklerine nasıl yerleştiğini tartışır. Eski Ahitten aktardığı kıssada Habil’i soran Tanrı’ya Kabil’in verdiği cevabı (“Ben kardeşimin bekçisi miyim?”) analoji olarak kullanır ve bugünün toplumlarında farklı kesimler arasındaki temasın giderek azaldığı, dezavantajlı grupların sorunlarına ilgisiz, sorumluluk hissetmeyen bakışın yerleşik hale geldiğinden bahseder.[1] Bu toplumsal yapıda dezavantajlılar (yoksullar, göçmenler, kadınlar, yaşlılar vb.) giderek dezavantajlarının sorumlusu haline gelmektedir. Yoksul yoksuldur çünkü yoksulluktan kurtulacak iradeye sahip değildir. Artık herkesin kendi başarısının ve başarısızlığının -yani kaderinin- sorumlusu olduğu, bireyci-rekabetçi ruhların toplumunda öteki olmak aynı zamanda yalnız olmaktır.

Kentsel ayrışma bu ruhun somutlaştığı alanlardandır. Küresel bir eğilim olarak yoksullardan, dezavantajlı kimliklerden arındırılmış ‘steril’ mekanlar yaratma arzusu farklılıklarla temastan kaçınan, onlardan korkan ve nihayetinde onları yok sayan kültürel dünyayı barındırır. Birbirine temastan kaçınan toplumsal düzen aynı zamanda ayrışmayı da normalleştirir. Byung-Chul Han’ın “aynılık terörü” dediği toplumsal benzeşme hali -yani ötekinin ortadan kayboluşu- kendi içerisinde patolojik ilişkilere gebedir.[2] Öteki ile kurulan temasta toplumsal sorumluluktan ilgisizliğe giden yol nihayetinde uygunsuz bir temasla sonuçlanır.

Bu uygunsuz, patolojik teması yoksulluğun popüler kültürdeki görünümlerinde izlemek mümkündür. Bahsi geçen görünümler üzerinden dikkat çekmek istediğim nokta ise fiziksel mesafenin ve toplumsal ilgisizliğin bir sonraki adımı olarak yoksulluğu eğlence haline getiren uygunsuz/patolojik temasın bir arada yaşama kültürünü nasıl zedelendiğidir.

‘Öteki’yle Eğlenmek

Ötekiyle eğlenmek yeni bir olgu değildir. Bu olgunun modern dönemdeki en utanç verici örneği belki de İnsanat Bahçeleri (human zoo) idi. 1800lerin ortalarında ortaya çıkan ve yasaklanması 1950lileri bulan İnsanat Bahçeleri özetle egzotik ve ilkel olarak damgalanan Afrika yerlilerinin sirklerde, panayırlarda sergilenmesiydi.[3] Buralarda kurulan setlerde insanların gündelik pratiklerini sergiledikleri bir eğlence tertip edilirdi. Çok geçmeden bilimsel söylemin de eşlik ettiği bu gösteriler ABD’de düzenlenen 1904 Yaz Olimpiyatları’nda Antropoloji Günleri altında da gerçekleştirildi. Emperyalizmle doğan ırkçılık, siyahilerin insan olmadığına hükmeden Hıristiyan teoloji ve antropolojik söylemle ötekiyle eğlenmenin ekonomi politik, teolojik ve bilimsel zemini tamamlanmış oldu. Böylece Avrupalı beyazlar için “egzotik” eğlence ahlaki bir problem olmaktan çıkmıştı. Alman Bloğu’nun İkinci Dünya Savaşı’nı kaybetmesiyle de bu hava dağıldı, dönemin başka birçok olgusunda (öjeni çalışmaları vb.) olduğu gibi İnsanat Bahçeleri de tarihsel bir utanç haline geldi.

Bugün daha tanıdık bir ötekinin -yoksulların- sergilendiği niş bir eğlence alanı olarak getto turizmi giderek popülerleşmektedir.

Bugün daha tanıdık bir ötekinin -yoksulların- sergilendiği niş bir eğlence alanı olarak getto turizmi giderek popülerleşmektedir. Küresel Güney’in gettolarına düzenlenen turlarda[4] turistler safari araçlarıyla buraları gezmekte, yoksulları ve yoksulluğun mekânsal görünümlerini izlemektedirler. Deniz-kum-güneş turizminin alternatifi olarak sunulan bu turlarla orta sınıflara eşsiz bir deneyim vaat edilirken, egzotik olanın yerini otantiklik almaktadır. Böylece yoksulluk otantik bir deneyimin girdisi haline gelirken, yoksulun mekânı da sirkin kendisine dönüşmektedir. Dahası getto turizmi olgusu yoksullukla mücadelenin bir parçası, getto sakinlerinin kendilerini gerçekleştirmesi için bir kapı ve kültürler arası bir temas fırsatı olarak sunulmaktadır.[5]

İnsanat bahçelerindeki uygunsuz temas antropolojik söylemlerin ardına gizlenmişti. Bugün de yoksulluğu yoksulun suçu ve hatta yaşam biçimi olarak gören[6] ve yoksullukla mücadeleyi yine yoksulun görevi olarak kabul eden neoliberal ekonominin ışığında getto turizmi, dezavantajlı kesimlere bir çıkış yolu bahşetmek olarak sunulmaktadır.

Yoksulluk otantik bir deneyimin girdisi haline gelirken, yoksulun mekânı da sirkin kendisine dönüşmektedir.

Niş örnekleri tartışmak ilgi çekici olsa da risklidir. Özellikle bu iki örnekte olduğu gibi çarpıcı örnekler bir tarafıyla konuyu kendimizden uzaklaştırma eğilimini de doğurur. Oysa bu gelişmeleri doğuran koşullarının toplumsal zeminine odaklanıldığında gündelik yaşamlarımıza -farklı formlarda olsalar da- ne denli nüfus ettiğini görmek mümkündür.

İğneyi Kendimize Batırmak: Türkiye’de Kentsel Ayrışma ve Popüler Kültürün Metası Olarak Yoksulluk

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi aynı zamanda kentleşme tarihidir. Köy toplumundan kent toplumuna dönüştürülmesi modernleşme projesinin, muasır medeniyetlere ulaşma ülküsünün merkezinde yer almıştır. Bilhassa 60lı yıllardan itibaren köylerden ve kasabalardan kentlere büyük göç dalgası başlamış, başta İstanbul olmak üzere çarpık kentleşme, gecekondulaşma, yetersiz altyapı, yoksulluk gibi kentlerimizin bugün de boğuştuğu sorunların temelleri atılmıştır.

2000li yıllara ise kentsel dönüşüm tartışmaları damgasını vurdu. Bilhassa büyük kentlerdeki dönüşüm süreçleri pek çok problemi de beraberinde getirerek gerek kamuoyunda gerekse akademik camiada dezavantajlı kesimleri daha görünür hale getirdi. Bu yıllarda güvenlikli siteler, kentsel dönüşüm uygulamaları, gecekondu yaşamı, yeni kent yoksulluğu, TOKİ siteleri gibi pek çok konu soylulaştırma bağlamında ele alındı. Aynı zamanda bu bölgelerde kentsel muhalefet belirdi ve gündemin önemli konularından biri haline geldi. Öyle ki bizler sadece tartışma programlarında veya haberlerde değil gündüz kuşağı eğlence programlarında bile bu tartışmalara şahit olduk.[7]

Kent yoksulluğu, gecekondu yaşamı ve dezavantajlı kesimler popüler kültürde giderek görünür olmaya başladı.

O günlerde bugüne bu tartışmalar gündemdeki yeri azalma eğilimi gösterirken, kent yoksulluğu, gecekondu yaşamı ve dezavantajlı kesimler popüler kültürde giderek görünür olmaya başladı. Getto turizminin itekleyici unsurlarından olan müziğe, kıyafetlere, eğlence konseptlerine giderek daha fazla damga vuran Küresel Kuzey’deki ‘getto lifestyle’ furyasına benzer biçimde Türkiye müzik, dizi ve eğlence piyasasında gecekondu yaşamına dair imgelerin ağırlığı giderek artmaktadır.

Türkiye’de kent yoksulluğunun, gecekondu hayatının müzikteki temsili denilince akla arabesk müzik gelir. Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Azer Bülbül vb. arabesk müziğin önde gelen isimleri yoksulluğu anlatan şarkılarıyla kentin ötekilerini popülerleşmiştir. Öteki olmanın temsili şarkılarında ve filmlerinde yoksulluğa karşı kadercilikle karışık öfkenin dışa vurduğu, zenginliğe karşı emeğin ahlaki bir zeminde yüceltildiği temalar etrafında şekillenmişti. Günümüzde ise arabeskin yerini giderek -yine arabeskle harmanlanmış- rap müzik almaya başlamıştır. Bu akım popüler kültür içerisinde hızlıca yer bulmuş, sadece yoksul mahallelerinde değil toplumun geniş kesimlerce tüketilmeye başlamıştır.[8] Öyle ki bugün Spotify Türkiye’de en çok dinlenenler trap/hiphop/gangster rap tarzı müzik yapan Uzi, Çakal, Ezhel başı çekerken, Youtube gibi platformlarda bu tarz trendlerin içerisinde yer almaktadır.

Yeni akım içerisinde de yoksula ve yoksulluğa dair temsiller hala işlenirken hem icracıları hem de temaları bağlamında önemli farklılaşmalar söz konusudur. İlk olarak yeni medyanın sağladığı imkanlar meşhur sanatçılardan kısıtlı müzik alanını genişletmiş, yoksul mahallelerin sakinlerinin bizatihi kendilerini gösterebilecekleri alanlar açmıştır. Bu durum tabi ki yoksulluğun ifade ediliş tarzının belli bir merkezdeki yoğunlaşmasının getirdiği sınırları da dağıtmış, temalar arasında önemli bir fark belirmiştir. İçinde bulunduğu şartlara öfkeli kadere isyankâr temaların yerini mahallesiyle gurur duyan öte yandan suçu öven bir söylem belirginleşmeye başlamıştır. Bu türde yoksulluğun, kentsel ayrışmanın, öteki olmanın, şiddetin, madde kullanımının içerildiği şarkı sözleri, adeta müziğin hareketli ritmi içerisinde görünmez hale gelmekte, bağlamından kopmakta ve keyifli zamanların parçası haline gelmektedir. Böylece yoksulluğun imgeleri ritmik müziğin eşliğinde kentin varsıl bölgelerinin kafelerinde, barlarında eğlencenin merkezine yerleşmektedir.

Elbette bu eğilimi dizilerde, filmlerde, belgesellerde takip etmek mümkündür. Bugün Youtube’da kendi imkanlarıyla çekilmiş bir dizi geniş kitlelerce izlenilmekte, dijital platformlarca satın alınmakta, profesyonel bir işe dönüşebilmektedir. Bütün platformlarda en az bir tane yoksul mahallelerini, yoksulun hayatını anlatan bir belgesel bulunmaktadır.

Kent yoksulluğu, ‘tehlikeli mahalleler’ tüketim zincirinin içerisine girerken, yoksulun yaşamı antropolojik / otantik bir vaka olarak seyirlik hale getirilir.

Bir taraftan kentsel ayrışma hızlanırken, yoksulluğun görüntüleri orta, orta üst sınıfın gündelik yaşamından giderek uzaklaştırılırken, müzikte, filmlerde, dizilerdeki vb. ilgi düşündürücüdür. Aynılaşan toplumsal grupların bu patolojik temasını mesafeden ayrı düşünülmemelidir. Mesafe bir yanıyla korkuyu diğer yanıyla hazzı besler. Dijital platformlarda kent yoksulluğu, ‘tehlikeli mahalleler’ tüketim zincirinin içerisine girerken, yoksulun yaşamı -tıpkı İnsanat Bahçeleri’nde veya getto turizminde olduğu gibi- antropolojik / otantik bir vaka olarak seyirlik hale getirilir. Öte yandan tüketilen imgelere gerçek hayatta temas edildiğinde büyü bozulur. Örneğin izlenme rekorları kıran Çukur dizisi müzikleriyle kafe ve barlarda, simgeleriyle t-shirtlerde ve hatta dövmelerle insanların bedeninde gezerken Esenyurt’ta bir büfede gerçekleşen cinayet görüntüleri infiale neden olabilmektedir. Ya da Üç Kuruş dizisinde bir suç örgütü liderinin anti-kahraman tiplemesinden suçla mücadele eden kahramana evirildiği, abartılmış sterotiplerle kurgulanmış mahalle anlatısı zevkle izlenirken, yoksulların ve damgalı kimliklerin kamusal görünürlüklerinin azaltılmasına dair sessiz konsensüs söz konusudur.

Sonuç Yerine

Bütün bu tartışma geniş bir ampirik veriden yoksundur. Dolayısıyla bahsedilen eğilimin gücü tartışmalıdır. Fakat derinleşen kentsel ayrışma, giderek artan kent yoksulluğu ve yoksullukla mücadelede kamunun ve toplumun değişen tutumu noktalarında çok sayıda çalışma söz konusudur. Güvenlik söylemiyle meşrulaştırılmış, dezavantajlı kesimlerin gündelik yaşamdaki görünürlüklerini azaltan ‘steril’ mekanlarla şekillenen kentlerde yoksulla kurulan patolojik ilişkinin sonuçları üzerine tartışmak gerekir. 

“Yoksulluğun estetizasyonu”[9] eğlence hayatının içerisine girdikçe, yoksulluk bir problem olmaktan öte seyirlik bir gösteriye dönüşmektedir. Öte yandan giderek derinleşen yapısal eşitsizliklere eşlik eden dışlayıcı kültürel ortam toplumların geleceği için önemli risklere gebedir. Kamusal alanın belli kesimler için giderek daraldığı, farklılıklarla temasının azaldığı, sosyal bir problem olarak yoksulluğun eğlencenin bir parçasına dönüşmeye başladığı toplumsal düzenin sürdürülebilirliği tartışmalıdır.

Yoksulluğu görmezden gelen, yoksuldan uzak durmaya çabalayan ve daha kötüsü onu ve dünyasını bir tür eğlence haline getiren kültürün yükselişi distopik bir senaryo gibi.

Oysa UN HABITAT gibi pek çok organizasyon kent yoksulluğunun küreselleştiğinden, kalıcı hale geldiğine ve toplumsal riskler karşısında (iklim krizi, salgın hastalıklar, savaşlar, göç, ekonomik krizler vb.) bu kesimlerin en büyük zararı göreceğine dair ardı ardına raporlarlar yayınladığı bir dünyada yoksulluğu görmezden gelen, yoksuldan uzak durmaya çabalayan ve daha kötüsü onu ve dünyasını bir tür eğlence haline getiren kültürün yükselişi distopik bir senaryo gibidir. Ekonomi ve sosyal politikaları değiştirmek görece daha hızlı ve kolay olabilir fakat onları destekleyecek kültürel ortamın ortadan kalkması durumunda başarıya ulaşmaları mümkün görünmemektedir. Bu bakımdan sürdürülebilir bir dünya için yoksulluğun eğlencenin metası haline gelmeye başladığına dair nüveleri bir uyarı olarak kabul etmek ve üzerine daha fazla düşünmek durumundayız.

***

Fotoğraf: Tarlabaşı,  Luke Michael


[1] Bauman, Z. (2005). Bireyselleşmiş Toplum. Y. Alogan, (Çev.). Ayrıntı Yayınları.

[2] Han, B. C. (2017). Şeffaflık Toplumu. H. Barışcan (Çev.). Metis Yayınları

[3] Neogy, D. (2021). Human Zoo, The Hegemonization of Gaze, International Journal of Arts and Social Science, Cilt 4, Sayı5, 26-29

[4] Getto turizminin en çarpıcı örnekleri Brezilya’daki Favela ve Mumbai’deki Dharavi gecekondu turlarıdır.

[5] Öztürk, Ö. (2023). Eşitsizlikler Tüketilebilir mi? Yoksulluğun Ticarileşmesi Olarak Getto Turizmi. İnsan ve Toplum, Cilt 13, Sayı 2, 338-358

[6] bknz. Yoksulluk Kültürü literatürü

[7] 2009 yılında İstanbul Ayazma Tepeüstü Kentsel Dönüşüm Projesi’ne dair mahallelinin itirazları Esra Ceyhan’la Hayat programında gündeme gelmiş, dönemin Büyükçekmece Belediye Başkanı programa katılarak verilen iddialara cevap vermiştir.

[8] Karanfil, İ. (2022). Türkiye’de Gangster ve Trap Hip Hop Müzik: Yeni Nesil Rap Müziğin “Mahalle”si, Journal of Economy Culture and Society, Sayı 66, s.55-72

[9] https://www.ekwee.uni-muenchen.de/vkee_download/derya/oezkan_kulturel_tr.pdf, erişim tarihi: 20.02.2024

0 yorum

Diğer Yazılar