Üniversite ve Kent İlişkisi - İLKE Analiz

Üniversite ve Kent İlişkisi

Alim Arlı

* Bu yazı yazarın Toplumun Görünümü 2023: Kent ve Konut Raporu’ndaki uzman görüşü yazısından alınmıştır.

Üniversiteler, 11. yüzyılda Avrupa’da ilk ortaya çıktıkları zamandan itibaren şehir ekosistemiyle iç içe gelişmiştir. 11. yüzyılda üniversitelerin ve İslam dünyasındaki yüksek medreselerin ortaya çıkmasında, geç Antik Çağ’da durgunluğa sürüklenen şehirleşmenin tekrar canlanmasının doğrudan bir etkisi vardır. Bu durum, şehirleşmenin tedricen gelişmeye devam ettiği Geç Orta Çağ ve Erken Modern dönemde de değişmemiş; şehirleşme düzeylerindeki gelişmeler, bir süre sonra üniversite veya benzer yükseköğretim kurumlarına olan ihtiyacı doğurmuştur. Özetle, bir şehir varsa, bir süre sonra orada bir yükseköğretim kurumunun gelişmesi beklenti dahilindedir. Şehirleşme olmaksızın üniversitelerin gelişip yayılması kolay değildir.

Kent toplumunun talep ettiği yükseköğretim ihtiyacının karşılanması, toplumsal dünyayı şekillendiren kurumların geliştirilip düzenlenmesi, çeşitli disiplinler içinde bilgi üretimi gereksiniminin karşılanması için üniversitelerin gerekliliği, sanayi ve sanayi sonrası toplumların temel bir özelliğidir. Üniversite, toplumsal dünyanın geniş anlamlarıyla “kültür” ve “bilgi” gereksiniminin merkezinde yer alır. Sanayi ve bilgi toplumları karmaşıklaştıkça, şehirleşmeden bağımsız olarak da yükseköğretim kurumlarına ihtiyaç ortaya çıkar. Bugün varlığını sahip olduğu üniversitelerden alan çok sayıda orta boy şehir, birer üniversite kenti olarak anılır. ABD’de ve başka ülkelerde, nüfusu 40 ila 100 bin arasında değişen birçok şehrin ana odağını sahip oldukları üniversiteler veya yükseköğretim kolejleri oluşturur. Bilgi toplumu ortamında bir üniversiteye sahip olmayan bir şehir, birçok açıdan dezavantajlıdır.

Üniversiteler günümüzde, eğitim-öğretim çalışmaları ve araştırma faaliyetlerinin yanı sıra “topluma hizmet” başlığı altında toplanabilecek çoğul bir misyonla tanımlanır. Bilim hayatı, kültürel yaşam, sanat dünyası, meslek piyasaları, ziraat, sanayi ve hizmet sektörleri; doğrudan ve dolaylı olarak üniversitenin üstlendiği bu misyona bağımlıdır. Ancak üniversitenin eğitim ve araştırmada kendi varlık amaçlarının yanı sıra, bir kent ekosisteminde üstleneceği görevleri yerine getirebilmesi, üniversite ile kent arasındaki ilişkinin niteliğiyle bağlantılıdır. Üniversiteler, uzun bir süre şehrin farklı bölgelerine yayılarak kentin gündelik hayatıyla iç içe gelişmiştir. Ancak günümüz üniversitelerinin önemli bir kısmı, içe dönük şekilde kampüslere kapanmış; kentsel dünya ve kamusal hayatla mesafeli bir ilişkiyi benimsemiştir. İçinde yaşadığı kent toplumunun kamusal dünyasıyla etkileşimini yalnızca öğrencileri üzerinden kuran bir üniversite kavrayışı belirgin şekilde kusurludur. Üniversiteler, kendilerini çevreleyen kentsel ve çevresel ekosisteme, araştırmalar ve eğitim-öğretim yoluyla açılarak bu dünyayı bilgi ve eylemle çok boyutlu olarak destekler.

Türkiye, geçen yüzyıllık sürede kentleşme oranları %25’lerden %80’lerin üzerine çıkan bir kentsel geçişe sahne olmuştur. Bu geçişin esas ivmesi ise son elli yılda yaşanmıştır. Bu olağanüstü hızlı geçiş, iki veya üç kuşaklık bir sürede nüfusun büyük kısmını kentlerde yaşar hâle getirmiştir. Türkiye’de yükseköğretime talep, 1960’lara kadar düşük lise mezunu sayıları nedeniyle stabil kalmıştır. 1960-80 arasında lise mezunu sayılarının artışına koşut olarak yükseköğretim talebi de tedricen artmıştır. Ancak kentleşme ivmesinin patladığı 1970’lerden sonra, yükseköğretime talepteki artış belirginleşmiş; 1990’lardan sonra ise bu talep katlanarak büyümüştür.

Yine bu kentsel geçiş döneminde, 67 olan il sayısı tedricen 82’ye çıkmış; Anadolu ve Rumeli’deki vilayetlerin merkez ilçelerinde üniversite sayıları da artmaya başlamıştır. 1980’lerden itibaren “her ile bir üniversite” açılması için hazırlık yapılması, genel bir kamu politikası olarak benimsenmiştir. 1982 ve 1992’deki büyük genişlemeyi takiben, 2006 ve 2007’de açılan üniversitelerle birlikte her vilayette en az bir üniversite açılarak, Cumhuriyet hükümetlerinin temel bir kamu politikası hedefi gerçekleştirilmiştir. 2008’den itibaren birçok büyük metropoldeki üniversite sayıları artmaya devam etmiş; Alanya, İskenderun, Mudanya gibi büyük nüfuslu ilçe merkezlerinde de üniversiteler açılmıştır.

Yükseköğretim öğrencilerinin yarıdan fazlası açıköğretimde olmasına rağmen (ki bu oran, OECD ortalamaları açısından bakıldığında yüz yüze yükseköğretimin kredibilitesini olumsuz etkileyen bir düzeydedir), yükseköğretime yönelen öğrenci talebi azalmamış; aksine, ısrarlı şekilde artmaya devam etmiştir. Bunun en büyük nedeni, yeni kent hayatına uyumu kolaylaştıran yükseköğretim diplomasının yarattığı çok yönlü olumlu etkiler; sınıfsal hareketlilik ve mesleki statü arayışında üniversite mezuniyetinin sağladığı kolaylıklardır.

Her ile bir üniversite açılması girişimine yönelen eleştirel iddiaların bir kısmı, Anadolu’daki küçük kentlerde üniversite olamayacağı yönündedir. Bu görüşe göre, iyi bir üniversite deneyimi için büyük bir metropol hayatı gereklidir. Oysa bir şehre üniversite açılabilmesi için evrensel bir nüfus ölçütü veya ekonomik gelişmişlik kıstası mevcut değildir. Ancak her ikisini de belirli açılardan değerlendiren, kamu maliyecilerinin uzmanlıklarına da başvurulan siyasi ve bürokratik bir akılcılıktan söz edilebilir. İllerin büyük kısmının nüfusunun 500 binin üzerinde olduğu düşünüldüğünde, üniversiteleri destekleyecek bir çağ nüfusunun varlığından rahatlıkla bahsedilebilir.

Oysa bir şehre üniversite açılabilmesi için evrensel bir nüfus ölçütü veya ekonomik gelişmişlik kıstası mevcut değildir. Ancak her ikisini de belirli açılardan değerlendiren, kamu maliyecilerinin uzmanlıklarına da başvurulan siyasi ve bürokratik bir akılcılıktan söz edilebilir.

Bu üniversitelere yöneltilen eleştirilerin bir nedeni, üniversitenin kentle ilişkisinin sınırlı tanımlanmış olmasından kaynaklanır. Öğrenciler, özellikle müfredat dışı etkinliklerin birçoğu için kentlerin sosyal ve kültürel kurumlarına ve sektörlerine ihtiyaç duyar. Öğrenci memnuniyetsizliğinin önemli bir kaynağı, Anadolu’da açılan yeni üniversitelerin kentten yalıtılmış uzak kampüsler içinde yer almasıdır. Kent ortamında rahatlıkla karşılanabilecek birçok ihtiyacın kampüs içinde karşılanması imkânsız olduğundan, orta boy kentlerdeki kampüs hayatı sıkıcı bir gündelik hayat pratiğine yol açabilmektedir. Bu durum, ayrıca kent ile üniversite arasında daha yoğun ilişkilerin oluşmasını da kısıtlamaktadır. Bu nedenle üniversitelerin, bu klostrofobiyi aşarak kampüslerindeki eğitim-öğretim ve araştırmaların bir kısmını doğrudan şehir merkezlerinde yürütecek alternatifler geliştirmesi, hoşnutsuzlukların bir kısmını ortadan kaldırabilir.

Bir diğer eleştiri, üniversitelerin sayıca artmasının ihtiyaç duyulan teknik ve mesleki eleman ihtiyacını baskıladığı yönündedir. Bu eleştiri de yanlış bir başlangıç varsayımına dayanır. Üniversitelerin temel amacı, toplumsal hayatı her yönden destekleyecek mezunlar yetiştirmektir. Teknik ve mesleki ağırlıklı programlar da bunun içindedir. Doğası gereği üniversite, bir politeknikten yahut bir meslek okulundan daha fazlasıdır ve öyle olmak için sürekli kendini geliştirmek zorundadır.

Üniversite yönetimlerinin, ön lisans eğitimlerinin ihtiyaçlarına duyarlı yatırım ve destekleri verememesi de bu sorunun bir diğer nedenidir. Mesleki yahut teknik eleman talebinin yüksek olduğu ileri endüstriyel ülkelerde, ya üniversiteler mesleki ve teknik eğitimi özel olarak geliştirip desteklemekte ya da üniversitelerin bir kısmı, çok iyi planlanmış bir şekilde “uygulamalı bilimler üniversiteleri” olarak tasarlanmaktadır. Türkiye’de de benzerleri 2010’dan sonra açılan bu tür kurumsal modellerin ihtiyaçlara uyumlu şekilde tasarlanması hayati öneme sahiptir. Bu kurumlardan, araştırma yoğun bir üniversite gibi davranışlar geliştirmeden, doğrudan teknik ve mesleki alanlarda mükemmeliyete odaklanmaları beklenmektedir.

Yine, uygulamalı bilimler ağırlıklı yapılandırılmış üniversitelerin önümüzdeki on yıllarda özel bir şekilde izlenmesi; amaçlarıyla uyumlu gözetim ölçekleriyle değerlendirilerek geliştirilmesi ve toplumsal çevresiyle ilişkilerinin misyonuna göre doğru rotada ilerleyip ilerlemediğinin gözlemlenmesi gerekmektedir. Aksi durumda, üniversiteyi açıkça hatalı bir argümanla mesleki ve teknik eğitimin engeli olarak gören anlayışın yerleşikleşmesi büyük zararlara yol açacaktır.

Üniversiteler, bu yanlış algıyı düzeltmek için iş ve meslek piyasasını araştırmalarla izlemeli ve çözümlemeli; alandaki ihtiyaçları, somut sektör talepleriyle uyumlu hâle getirerek mesleki ortaöğretim–yükseköğretim geçişlerini sürekli bir reform gündemi olarak kurumsallaştırmalıdır. Böylesi bir yöntem, sorunları bir ölçüde asgariye indirebilir. Özetle, ikinci iddia da üniversite kurumunun çeşitlilik içerdiği gerçeğinden hareketle, yapılacak idari ve örgütsel düzenlemelerle çözülebilecek niteliktedir.

Üniversitelerin diğer önemli işlevi, hukuk, tıp, öğretmenlik, ziraat, veterinerlik, işletme gibi mesleklerin idamesini teknolojik gelişmelere duyarlı şekilde sürdürülebilir kılmaktır. Bu fakültelerin, kentlerdeki meslek ekosistemlerine ve iş kollarına daimi katkı sağlaması, toplumsal reform talebinin kaçınılmaz bir gereğidir.

Demografik fırsat penceresinin kapanacağı önümüzdeki on beş yıl içinde, Türkiye nüfusunun 90 ila 95 milyon aralığında olması beklenmektedir. Böylesine büyük bir nüfusun iyi eğitilmesi ve mesleki yeterliliklere sahip profesyonel sınıfların yetiştirilmesi için üniversitelerde, eğitim-öğretim alanında geniş çaplı ve teknolojik gelişmelere duyarlı daimi bir reform ihtiyacı olduğu açıktır.

Üniversitelerimizde bir süredir yükseköğretimin pedagojik ve kurumsal işleyişine yönelik yapıcı reform gündemine olan ilgi azalmıştır. Özellikle hukuk, tıp ve eğitim fakültelerinin standartlarının geliştirilip iyileştirilmesi için yükseköğretimin tüm paydaşlarının, geniş katılımlı bir kamusal tartışmayla sorunları ele alması zorunlu bir ihtiyaç olarak vurgulanmalıdır. Kentler ve üniversiteler arasındaki ilişkilerin anlamlı hâle gelmesinin bir diğer yolu, üniversitenin sivil toplum ve çeşitli toplumsal organizasyonlarla daha fazla irtibatlandırılmasıdır. Sivil toplum kuruluşları ile ticari, sınai ve sendikal birliklerin ihtiyaç duyduğu bilgi ve araştırma taleplerine yanıt verecek şekilde üniversitelerle daha yoğun işbirliği kurmaları, kent yaşamını geliştirmek açısından hayati önemdedir. Bu işbirliğinin üniversiteler açısından değeri ise, onları kuşatan toplumsal ve çevresel dünyayı derinlemesine tanımalarını sağlayacak bilimsel ve kurumsal yolları açmasıdır.

Sivil toplum kuruluşları ile ticari, sınai ve sendikal birliklerin ihtiyaç duyduğu bilgi ve araştırma taleplerine yanıt verecek şekilde üniversitelerle daha yoğun işbirliği kurmaları, kent yaşamını geliştirmek açısından hayati önemdedir.

Bu bağlamda, üniversitelerin hem evrensel bilim ve kültür birikimlerini hem de yerel ve bölgesel bilgi birikimlerini takip edebilmesi için kütüphane, arşivcilik ve bilgi-belge yönetimi alanlarında kapsamlı bir reforma ihtiyaç duyulmaktadır. Ne yazık ki, Türk üniversitelerinin büyük bir kısmı bu alana kör kalmış; bu durum, kentle üniversite arasındaki ilişkilerin zayıf kalmasının en belirgin nedenlerinden biri hâline gelmiştir.

Üniversiteyi teknik ve mesleki bir yüksekokuldan ayıran temel nişanelerden biri, gelişkin bir kütüphane ve bilgi yönetim sistemine sahip olmasıdır. Çağdaş kütüphanecilik; basılı ve dijital materyali birlikte kuşatan, toplumsal çevresinde kayıt altına alınmış bilgi birikimlerine duyarlı bir bilgi ve belge merkezine evrilmiştir. Üniversite kütüphaneleri, belirli ölçülerde kent sakinlerine de hizmet verecek şekilde açıklık politikasıyla işletilmelidir.

Günümüzde, yerel bilgi ve birikimi dijital ortamda kent toplumuyla etkileşim içinde sunan web araçları, üniversite ile kent ekosistemi arasında verimli kamusal arayüzler oluşturmaktadır. Sosyolog Talcott Parsons’ın “üniversite toplumun bilişsel sisteminin muhafızıdır” sözünü yeniden formüle edecek olursak: Üniversite, aynı zamanda her yönüyle içinde yaşadığı kent toplumunun bilişsel muhafızı olabilecek yeteneklerle donanmalıdır. Kentinin desteklemediği bir üniversite eksik, üniversitesi tarafından desteklenmeyen bir kent ise yetersiz kalacaktır.

0 yorum

Diğer Yazılar

Yorum yap