Eğitim Şart’tan Eğitimin Şartı’na! - İLKE Analiz

Eğitim Şart’tan Eğitimin Şartı’na!

Arife Gümüş Sarı

“Okullar açılıyor, okullar kapanıyor!” Magazinsel bir haber tadında geçip gidiyor her şey. Eğitime dair genel geçer söylemlerle yüzleştiğimiz şu günlerde söylemlerimizin zihinlerimizde sorgusuzca edindiği yerlerinde çatırdamalar duyuluyor. Bir yuva olarak okul, bir ana baba olarak öğretmen, devletin en önemli vazifesi olarak eğitimde fırsat eşitliği gibi pek çok inanç ve beklentimiz sarsılıyor. 

Halbuki daha geçen yıla kadar eğitimin önemini anlatırken her şartta “eğitime devam etmek gelecekten vazgeçmemektir” diyorduk. Savaşlar, doğal afetler insanı sarsarken devam eden bir uğraş olarak eğitim mücadele motivasyonudur diyorduk. Hababam Sınıfı’nın meşhur Mahmut Hocası, okul idaresi özelinde yetkililere karşı durup, ormana taşıdığı okulu şöyle tarif ediyordu: “Okul sadece dört yanı duvarlarla çevrili, tepesi dam olan yer değildir. Okul her yerdir. Sırasında bir orman, sırasında dağ başı, öğrenimin bilginin var olduğu her yer okuldur.” İzlediğimizde hala içimizi bir özgüvenle dolduran Mahmut Hoca’nın bu ifadesi, uzunca bir zaman insanları okula erişim için motive edici bir unsur olmuştu. Yeşilçam’ın idealist ve fedakâr öğretmen tiplemeleri hala hafızamızdadır. Bu modern imgeler İslam’ın ilme verdiği önemle birleşmiş, “bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” vecizesiyle öğretmeni baş köşemize oturtmuştu. Bazılarımız için Cumhuriyet’in söylemleri bazılarımız için İslam’da ilim ve alim bahisleri gibi motivasyonlarla eğitim toplumsal uzlaşı mecralarımızdan biri olarak kabul edilmişti. 

Tüm bu teorik motivasyonların ötesinde pratik hayatta eğitimin meslek edindirme misyonu yeni iş düzenlerinde artarak her türlü motivasyonun önüne geçti. Bugün eğitim ve eşitsizlik konusunda geniş bir literatür oluştu. Eğitim, bir dönem köyde sürülerinin arkasında koşturan gencin ekonomik ve sosyal refaha açılan yegâne kapısı oldu. Tozlu topraklı, çoğu zaman patika gibi tali yollardan gelip toplumsal hareketliliğin yörüngesini bulmaya çabalayan genç, devletin eğitim desteğinin yanında ancak olağanüstü gayreti ile bir miktar yol alabiliyordu. Ailenin sosyoekonomik durumuna bağlı olarak alınan mesafenin her geçen gün açıldığına dair önemli çalışmalarla akademi herkesi sorumluluk almaya davet ediyordu. 

“Eğitim, bir dönem köyde sürülerinin arkasında koşturan gencin ekonomik ve sosyal refaha açılan yegâne kapısı oldu.”

Derken küresel salgın patlak verdi. Eğitim de tüm organizasyonuyla benzer zamanda patlak verdi. Direncinin, bağışıklığının bu kadar kırılgan olması eğitime dair beklentileri yüksek olan bir kesimi büyük hayal kırıklığına uğrattı. FATİH, EBA gibi projeleriyle aslında bilgi iletişim teknolojilerine entegre olma konusunda iyi bir düzeyde olduğunu düşündüğümüz MEB’in hazırlıksız ve kırılgan görüntüsü bir hayal kırıklığı yarattı. Öte yandan aradan neredeyse bir yılın geçmiş olmasına rağmen ve süreçteki tüm aksaklıkların hükümetin her bir kademesi tarafından yakinen bilinmesine rağmen çözümün hala okulların kapalı tutulmasında aranması bambaşka bir hayal kırıklığı oldu. Öğretmenin motivasyonsuzluğuna online süreçlerin yıpratıcılığı eklendi. Sürekli olarak atama, maaş ve eş durumu talepleriyle gündeme gelen öğretmenlerin, okulların kapanması konusunda sükût etmesi yahut bu süreci olumlaması ise öğretmenin konumuna dair şüpheler oluşturdu. Öte yandan ekonomi merkeze alınarak okulların açılma-kapanma ve sürekli değişen istisna kararları, öğretmenin eğitimin önemli bir unsuru olmaktan çıkıp ekonominin sürdürülmesi için bakım ihtiyacını karşılamada önemli bir unsuru haline geldiğini tüm çıplaklığıyla karşımıza seriverdi. “Makine öğrenmesi” öğretmenin yerine geçer mi tartışmaları bir yana öğretmenin o en azından söylemsel düzeydeki geleneksel konumuna dair uygulamada bir sorgulama dönemi yaşandı. Hem öğretmenin kendine dair kanaati hem de politika yapıcıların öğretmen hakkındaki kanaati motivasyon kaybının önemli kaynaklarından birisi oldu. Öğretmen, kendisini çözümün bir parçası olarak görmekte zorlanırken, politika yapıcıların da onlara biçtiği ikincil rol bunun bir göstergesiydi. 

“Öte yandan ekonomi merkeze alınarak okulların açılma-kapanma ve sürekli değişen istisna kararları, öğretmenin eğitimin önemli bir unsuru olmaktan çıkıp ekonominin sürdürülmesi için bakım ihtiyacını karşılamada önemli bir unsuru haline geldiğini tüm çıplaklığıyla karşımıza seriverdi.”

Bugün artık öğretmenle ilgili her çalışmanın istisnasız onu eğitimin en önemli unsuru olarak tanımlamasını, öğretmenlerin uygulamada ve eğitime dair alınan kararlarda kazandırıldığı pasifliği ile birlikte okuyunca büyük bir ironi ile karşı karşıya olduğumuzu görebiliriz. Milli Eğitimimizin merkezi bile zor durumda bırakan bu merkeziyetçiliği aslında sadece öğretmeni değil eğitim organizasyonunda yer alan herkesi bir cenderede sıkıştırıyor. Okul idarelerinin kendilerine özgü iradelerinin olmaması çevrenin taleplerinin merkeze ulaşmasının önündeki en önemli engellerden… Okul bahçesinin bir nevi oyun alanı olduğu köy okulları kapanırken, çoğu zaman elektriğin bile olmadığı köylerde online eğitim çözümünün trajik bir durum olduğu aşikarken, merkezin ya hep ya hiç anlayışı telafisi mümkün olmayan öğrenme kayıplarına neden oluyor. 

“Eğitim şart” mottosunu kendisine şiar edinen bir toplumun ilk vazgeçtiği işinin eğitim olması, ihtiyaç ve öneme binaen istisnalar yapamaması, eğitimin şart değil bazı şartları olduğunu ortaya koydu. Bugün bu şartların başını ailenin sosyoekonomik durumu çekiyor. Çocuğuna bilgisayar ve internet imkânı sağlayamayan ya da çocuğunun eğitim süreçlerini takip edemeyen velilerin çocukları tali yolda kalmak zorunda olacaktır. Mevcut şartlar düşünüldüğünde kamunun eşitlikçi politikalarının bu çocuklarımıza ulaşması zor gözüküyor. Çoğu kez mahrumiyette sağlanan eşitlik imkânda elde edilemiyor. Dolayısıyla bu çocuklarımızın yaşıtlarıyla aralarında açılan mesafenin büyüklüğü önemli bir motivasyonsuzluğun ve genel olarak ülkemizin geleceği adına büyük bir kaybın habercisi olacaktır. 

Bugün eğitimin her kademesinde yaşanan öğrenme kayıpları ve okula karşı motivasyon kaybının toplumumuzun geleceği açısından ekonomik ve sosyal etkisi çok sarsıcı olacaktır. Yaşanan öğrenme kayıpları her kademedeki öğrencinin, öğretmenin ve velinin eğitimle ve okulla kurduğu ilişkiyi olumsuz etkileyebilecektir. Öğretmen-öğrenci, öğrenci-öğretmen, öğretmen-veli iletişiminde yaşanan sorunun çok daha kalıcı izlerinin olması muhtemeldir. Sosyal eşitsizliğin hızla artması ve makasın derinden açılması anlamına gelen mevcut uygulamalar tahmin edilenden daha derin bir sorun silsilesinin habercisidir. İvedilikle yapılması gereken bölgesel düzeyde çalışmalar yapmak ve toplum sağlığını riske atmadan çocukların güvenle okullarına kavuşmasını sağlamaktır. Okul yöneticileri ve öğretmenler eğitimdeki kayıpları raporlamalı, bölgesel ölçekte telafi mekanizmaları oluşturmalıdır. Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS) üzerinden her bir okulun kayıp haritası oluşturulmalı ve bunu telafi edecek faaliyet planları geliştirilmelidir. Merkezi ve toptan bir uygulama yerine CBS üzerinden alan kodları belirlenerek harmanlanmış, yüz yüze, bölünmüş sınıflar, öncelikli gruplar gibi sınıflandırmalarla çalışmalara başlanmalıdır. Yaşadığımız sürecin olağanüstü bir süreç olduğu, toplumun tamamının eğitimin işlemesi için sorumluluk üstlenmesi gerektiği unutulmamalıdır. Kararlı, istikrarlı bir şekilde her bir çocuğumuza sahip çıkmak hepimizin boynunun borcudur. 

Editör Notu: Bu yazı daha önce, 3.12.2020 tarihinde ilke.org.tr adresinde yayınlanmıştır.

0 yorum

Diğer Yazılar

Yorum yap