Giriş
Olağanüstü bir dönemden geçmekteyiz, her şey her daim sorgulanıyor. Şartların olağanüstü olması yalnızca benzeri görülmemiş bir tehdit olarak yeni tip Koronavirüs salgınından (Covid-19) ve ona karşı çaresiz kalışımızdan kaynaklanmamaktadır. Aynı zamanda insanlık tarihinde nadiren rastlayabileceğimiz sorgulamaların yapılıyor olmasından ileri gelmektedir. Üstelik bu sorgulamanın toplumun tüm kesimlerince yapılıyor olması bunu daha da müstesna kılmaktadır. Yani her şeyin her daim “herkesçe” sorgulanıyor olması içinde yaşadığımız günleri daha da anlamlı kılmaktadır; tıpkı tüm altüst oluşların yaşandığı zamanlardaki gibi. Yine de bazı kavramlar salgın gibi büyük altüst oluş durumlarında çok daha sık sorgulanmaktadır; düzen kavramı gibi. Çünkü büyük değişimlerin yaşandığı bu dönemde en fazla da düzen ve rahatımız
etkilenmektedir.
“Düzen” kavramı günümüzde birçok disiplinde olduğu gibi siyaset açısından da oldukça sihirli ve çok sorgulanan kavramlardan biridir. Bilindiği üzere düzen, insanları etkilediği kadar devlet ve uluslararası kurumların ve yapıların da yönelimlerini belirleyen önemli bir kavramdır. Geçmişe kısa bir yolculuk yaptığımızda da düzen fikrinin sıklıkla tartışılan bir mesele olduğu görülecektir. Dolayısıyla, zaman ve mekân mefhumuna bakmaksızın düzen fikrinin ve düzene duyulan ihtiyacın içinde yaşadığımız dünya için ne kadar önemli bir husus olduğunun baştan altını çizmek gerekmektedir. Bundan olsa gerek ki yarattığını en iyi bilen Allah da sıkça düzen meselesine vurgu yapmıştır. Bu yönde Kur’an’da onlarca ayetin olduğu görülmektedir. Örneğin Araf suresinin 56. ayetinde belirtilen ve başka birçok yerde tekrar eden “Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın…” mealindeki ilahi buyruk bunlar arasında en fazla bilinenidir. Sıklıkla hatırlatılan düzenin insan olarak bizim yapabileceğimiz neredeyse hiçbir şeyin olmadığı, kâinatın kusursuz işlemesini işaret eden bir boyutu olduğu kadar yeryüzünde işlerin doğru ve dürüst bir şekilde yürütülmesini ifade eden bir yönü bulunmaktadır. İnsanı ilgilendiren kısım içinde yaşadığımız dünyayı “düzgün bir şekilde” çekip çevirmekle ilgilisi olan düzenin ikinci boyutudur.
Kur’an’da işlenen birçok kavram gibi “düzen” kavramı da çoğunlukla zıddıyla, yani “bozgunculuk” ile birlikte zikredilmiştir. Allah kullarının bozgunculuk yapacağını, kan dökeceğini bildiği hâlde kendisine doğru ve düzgün bir şekilde emanet ettiği dünyanın düzenini korumasını emretmiştir. Peki insanın imtihanı olan bu düzen bozulduğunda, yani insan yeryüzünde bozgunculuk yaptığında kendisini nasıl bir akıbet bekler ve yaratan bozgunculuk yapacağını bildiği hâlde niçin insana düzeni korumasını emreder? Bu üzerinde durmamız gereken önemli bir sorudur. İşte insanın düzenle imtihanı burada başlar. İnsan, düzeni koruyup korumadığına ve düzenin oluşmasına yapmış olduğu katkıya göre bir değerlendirmeye tâbi tutulur. Bozgunculukla neticelenen işleri nedeniyle de hem bu dünyada hem de ahirette (er ya da geç) sorguya çekilir. Elbette, vahiy doğrultusunda zikredilen nizamın gerçekleşmesi ve sürdürülebilmesi açısından maddi güç ve siyasi irade önemli bir unsurdur. Hadid suresi 25. ayette ifade edildiği üzere düzeni bozan hak ve adaleti ihlal edenlere karşı demirle sembolize edilen maddi güç ve siyasi iradeye ihtiyaç duyulmaktadır. Buradan hareketle, insanlığın vahye tâbi olduğu yani ilahi düzeni takip ettiği zaman düzeni/adaleti koruyabildiği, aksi durumdaysa kargaşaya ve fesada (savaşa) yol açtığı ve zulme sebep olduğu ifade edilebilir.
“İnsan, düzeni koruyup korumadığına ve düzenin oluşmasına yapmış olduğu katkıya göre bir değerlendirmeye tâbi tutulur.”
Bununla birlikte, insanlık tarihine baktığımızda insanların yeryüzünde düzen ve barış içinde yaşadığı çok az dönem bilinmektedir. Tam anlamıyla ve yerkürenin bir bütün olarak “emin” ve “selamet” içerisinde olduğu hiçbir dönem olmamıştır belki de. Bu durum açık bir şekilde düzen fikrinin insan için tam manasıyla yaratan tarafından bir sınama unsuru olduğunu açıklar. Dolayısıyla düzene yönelik ilahi vurgu pür anlamıyla gerçekleşecek bir düzeni, hiçbir uyumsuzluğun ve bozgunculuğun olmadığı durumu ifade etmez. Olsa olsa görece daha düzenli ve uyumlu bir hâli bu yöndeki çaba ve gayreti ifade eder. Dolayısıyla, düzen fikri gerçekleştirilmesi beklenen bir idealdir. İnsanın imtihanı Allah’ın kendisine teslim ettiği düzeni korumasıdır veya buna yönelik gayretidir. Yoksa insan tek başına Allah’ın doğrudan ya da dolaylı olarak müdahalesi olmazsa yeni bir düzen kuramaz. Zira düzen kurma fikri çok daha büyük bir iradeyi/müdahaleyi gerektirir ki insanın buna asla gücü yetmez. Allah’ın insandan beklediği ve korumasını emrettiği düzen daha çok insan iradesinin önemli olduğu dünyanın işleyişiyle alakalı olduğundan yazıda bu çerçevede ele alınacak.
Allah’ın dikkat çektiği düzen fikri geçmişte olduğu gibi bugün de özellikle İslam siyaset düşüncesinde yoğun bir şekilde tartışılan konuların başında gelmektedir. İslam siyaset düşüncesine, bilhassa da Osmanlı devleti siyaset tecrübesine baktığımızda bu durum nizamı âlem kavramı olarak kendine karşılık bulur ve siyasetin en temel işlevinin nizam-ı âlemi sağlamak olduğu görülür. Siyasetname ve nasihatname literatürüne baktığımızda yeryüzünde Allah’ın koyduğu umumi düzeni ifade eden nizamı âlem fikrinin, siyaset düşüncesinin en temel kaynağı olarak (adalet ve ahlak düşüncesiyle birlikte) yer aldığı ve bunun da büyük oranda dinî esaslarla şekillendiği müşahede edilmektedir. Söz konusu anlayış, tıpkı kainattaki uyum gibi Müslüman toplumlarının birlik ve ahenk içinde yönetilmesini önermektedir. Siyasi erkin en temel vazifesi de yeryüzünde sonradan ortaya çıkan uyumsuzlukları, kargaşayı ve buhranı; nizamı devlete doğru tahvil etmek olarak belirlenmiştir.
Buradan hareketle bugünün dünyasını ve sorunlarını anlamaya çalıştığımızda aşağıda tartışılacağı üzere ciddi sürekliliklerin ve tekrarların olduğu görülecektir. Bunun için yazının odak noktasını içinde yaşadığımız ve düzen konusuyla alakasını kurduğumuz Covid-19 salgını ve sonrası yaşanan siyasi gelişmeler oluşturacaktır. Sonrasında tüm küreyi tehdit eden bu küresel salgının siyasi yansımaları ve yol açtığı sonuçlar geleceğe dair bir projeksiyon tutarak tartışılacaktır. Değerlendirmemizin kapsamını Covid-19’un uluslararası sisteme, küresel iş birliğine, yeni normal arayışı ve stratejik önceliklere etkisi oluşturacaktır.
Süregelen Sistemsel Hoşnutsuzluklar ve Tetikleyici Bir Unsur Olarak Covid-19
Bir Çöküş Hikâyesi Yazılabilir mi?
Düzen konusunda sürekli imtihan hâlinde olan insanın zaman zaman buna dair radikal kırılmalara şahitlik ettiği görülmektedir. Dünya bunlardan en sonuncusunu 1945 sonrasında milyonlarca insanın hayatını kaybettiği İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra tecrübe etti. Savaşın hemen akabinde büyük bir uzlaşı neticesinde kurulan uluslararası düzen, Sovyetler Birliği’nin (SSCB) çöküşüyle yeniden belirsizlik dönemine girmiştir. Bu yönüyle SSCB’nin aniden çöküşü önemli bir belirsizlik hatta düzensizliğin işaret fişeğini ateşlemiştir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı George H. W. Bush’un (baba Bush) 11 Eylül 1990’daki konuşmasında (Körfez Savaşı esnasında) her ne kadar Sovyet sonrası dönemi “Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırmış olsa ve düzenin beraberinde getireceği ilkelerden ötürü (hukukun üstünlüğü, kolektif güvenlik vd.) herkes için iyi ve gerekli olacağını iddia etse de kısa sürede bunun böyle olmadığı anlaşılmıştır. Zira dünya bir yandan çok kutuplu ve çok merkezli karmaşık bir sistemin ortaya çıkmasıyla uluslararası sistemin sorunlarına müdahil olma kapasitesini yitirirken diğer yandan da tek süper güç ABD’nin keyfi davranışlarına maruz kalmıştır. ABD, dünyaya vadettiği “hukukun üstünlüğü” (rule of law) sözünü çok kısa bir süre sonrasında ihlal etmiştir. Körfez Savaşları’ndan dünyanın birçok noktasına yönelik yaptığı gayrimeşru işgallere kadar bu durum kendini açıkça göstermiştir. Bilhassa 11 Eylül Saldırıları sonrasında çok daha net bir şekilde görülebileceği üzere ABD tarafından tek taraflı bir şekilde ilan edilen bir dünya düzeni kurulmuştur. İşte sorun tam olarak uluslararası sistemin diğer egemen üyelerini yok sayan bu tek taraflı yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. ABD dışında kimsenin onaylamadığı bu düzen, bildiğimiz anlamda bir düzen çabası değildi. 1945 sonrasında ve öncesinde Birinci Dünya Savaşı sonrası tesis edilen düzen, temsiliyet başta olmak üzere birtakım sorunlar barındırmış olsa da küresel aktörlerce bir mutabakat neticesinde ortaya çıkmıştı. Bundan dolayı Sovyetler’in çöküşüne kadar sürdürülebilmiştir.
Soğuk Savaşın bitimi sonrasında dünyada süregelen sistemsel hoşnutsuzluklar baş göstermeye başlamıştır. Farklı devletlerce ara ara dile getirilen bu durumun ne zaman ve ne şekilde karşılık bulacağı uzunca bir süredir merak konusu hâline gelmiştir. Tetikleyici bir unsur olarak Covid-19’un, süregelen hoşnutsuzluğun gündeme gelmesi için bir zemin oluşturup oluşturmayacağı ve söz konusu sistemsel “yüzleşme”nin vaktinin gelip gelmediği son ayların sıkça tartışılan konuları arasındadır. Salgın hâlâ aktif bir biçimde devam ettiğinden bu soruların hâlihazırda kesin ve tek bir cevabı bulunmamaktadır ancak bazı öngörülerde bulunmak mümkündür. Bu yazı salgın sonrasında ortaya çıkan soru işaretlerine dair birtakım açıklamalar ve öngörülerde bulunmak maksadıyla kaleme alınmıştır.
Kesin bir yargıya varmak için henüz erken gibi gözükse de salgının insanlık tarihi açısından önemli bir kilometre taşını işaret edeceği şimdiden yaygın bir kanı hâline gelmiştir. Dolayısıyla uluslararası sistem açısından Covid-19 salgını öncesi ve sonrası diye bir ayrımın yapılacağını şimdiden öngörmek mümkündür. Bilindiği kadarıyla tarihin hiçbir evresinde hiçbir salgın bu denli küresel bir etkiye sahip olmamıştır. Önceleri sınırlı bölgelerde endemik olarak görülen salgınların ilk defa neredeyse yerkürenin tümünü etkisi altına alarak bir pandemiye dönüştüğüne şahitlik etmekteyiz. Yine de pandemi sonrasını ciddi ölçüde etkileyecek bu görünmez salgının bir anda tüm sistemi kökten değiştirmesini beklemek, sanki “eski düzen” yokmuş gibi davranmak ve yerleşik kurum ve politikaların yerine ivedilikle başkalarının geleceğini beklemek gerçekçi gözükmemektedir. Zira pandeminin tetikleyici bir etkisinden bahsediliyor olması bunun her hâlükârda orta ve uzun vadede birtakım yapısal değişikliklere yol açabileceği ihtimalini bünyesinde barındırmasındandır. Bundan dolayı, uluslararası sistem açısından pandemi sonrası “yeni normalin” ne olacağını şimdiden kestirmek zor gözükmektedir. Yine de farklı okumalar neticesinde elde edeceğimiz birtakım ipuçlarıyla geleceğe dair birtakım öngörülerde bulunmak mümkündür.
“Yine de pandemi sonrasını ciddi ölçüde etkileyecek bu görünmez salgının bir anda tüm sistemi kökten değiştirmesini beklemek, sanki “eski düzen” yokmuş gibi davranmak ve yerleşik kurum ve politikaların yerine ivedilikle başkalarının geleceğini beklemek gerçekçi gözükmemektedir.”
Öncelikle yukarıda zikredilen sistemsel hoşnutsuzlukların dile getirilmesinde, Covid-19 tetikleyici bir unsur olarak öne çıkmış, bundan sonra daha güçlü bir şekilde çıkmaya devam edeceği düşünülmektedir. Uluslararası sistemin işleyişi açısından bakıldığında ise dünya siyasetinde baş gösteren belirsizlik ve ilkesizlik durumu neredeyse tüm devletler için ciddi bir endişe kaynağı hâline gelmiştir. Başta ABD olmak üzere, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) gibi aktörlerin Soğuk Savaş sonrası izlediği siyaset takip edildiğinde endişelerin yerinde ve haklı olduğu anlaşılacaktır. Zira uluslararası toplumda geçmişten beri var olan birtakım normların, uluslararası hukukun ilke, teamül ve uygulamalarının açıkça ve çok kez ihlal edildiği görülmektedir. Başta ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa vd. küresel güçlerin söz konusu ihlalleri sıkça yapması ve en temel vazifesi uluslararası sistemin güvenliğini sağlamak ve barış ortamını tesis etmek olan Güvenlik Konseyi’nin neredeyse hiçbir şey yapmaması küresel ortamda artan karamsarlığın temel müsebbibidir. Geçmişte de küresel güçler tarafından ihlallerin çokça yapıldığı bilinse de bunun aleni bir şekilde ve son yıllardaki gibi özensizce ihlali görülmemiştir. Uluslararası arenada daha önce başlayan bu belirsizliğin, düzensizliğin ve ilkesizliğin yaygınlaşması Covid-19’un yaşandığı günümüzde ve sonrasında artarak devam edeceği görünmektedir. Peki buradan bir çöküş hikâyesi çıkar mı?
Öncelikle bir çöküş hikâyesinin devletler nezdinde istenip istenmediğine, ortaya çıkacak bedelin ödenmek istenip öden(e)meyeceğinden sonrasında da muhtemel süper gücün karakteristik özelliklerine kadar tartışılması gereken pek çok konu bulunmaktadır. Bir anlık bu soruların göz ardı edildiği düşünülürse bile çöküş için radikal yargılara varmak için elimizde yeterince veri bulunmamaktadır. Buna rağmen, Covid-19’un orta ve uzun vadeli etkileri açısından çöküş hikâyesi tamamen ihtimal dışı da değildir. Bunun için geçmişte çok fazla örnek bulunmaktadır. Örneğin Soğuk Savaş yıllarındaki etkinliği ve ABD ile rekabeti dikkate alındığında Sovyetler Birliği’nin dağılacağına dair herhangi (istihbarat örgütlerince bile) bir emare bulunmazken Sovyet liderler bir anda SSCB’nin çöküşünü ilan etmek durumunda kaldılar. Bu açıdan süper güç ABD’nin Covid-19 ile içerisine düşmüş olduğu durum başka parametrelerin de bunu tetiklemesiyle kendisi açısından istenmeyen sonuçları doğurabilir.
Doğrusu böylesi bir çıkarımda bulunmaya bizi sevk eden pek çok çalışma ve akademisyen de bulunmaktadır. 1978’deki “The Long Cycle of Global Politics and the Nation-State [Küresel Siyasetin Uzun Döngüsü ve Ulus-Devlet]” başlıklı makalesinde George Modelski, uluslararası sistemde ortaya çıkan değişiklerin döngüsel bir yapı arz ettiğini ve 15. yüzyıldan itibaren yaklaşık her yüzyılda yeni bir gücün ortaya çıktığını yazmıştı. Her bir yeni döngü; yeni bir ulus-devletin lider konuma yükselmesini sağlar. Dünya liderliğinin uzun döngüleri olarak adlandırılan bu anlayışa göre söz konusu güç baskın bir güç hâline gelir ve sonra buna meydan okuyan başka bir güç (challenger) ortaya çıkar. Diğerlerinin de eklenmesiyle yeni süreçte yeni bir baskın güç ortaya çıkar. Küresel politik sistem içerisinde bir ulus-devlet lider konumuna gelir ve döngüsel ritimlerle ilanihaye bu şekilde devam eder. Uzun döngüler olarak adlandırılan bu yorumun en temel karakteristik özelliği, her gelen yeni gücün kendi ideolojik yaklaşımını empoze etmesi ve bunu bilimsel bir başlık altında sergileyerek meşrulaştırmasıdır. Ünlü akademisyen Robert Gilphin de “War and Change in World Politics [Dünya Siyasetinde Savaş ve Değişim]” adlı meşhur kitabında ilginç bir katkıda bulunup bu dönemlerde hangi fikirlerin ve değerlerin baskın hâle geleceğinin de belirlendiğinin altını çizer. Gücü elinde bulunduran devlet normatif değerin belirleyiciliğine ve ahlaki üstünlük tekeline sahip olur. Esasında İslam kültüründe de İbn Haldun, Kâtip Çelebi, Naima ve Ahmet Cevdet Paşa gibi birçok isim de devletlerin yükseliş ve çöküşünü bu şekilde (döngüsel) açıklamaktadır. Söz konusu düşünürlerin fikirlerine dayanak oluşturan şey Al-i İmran suresindeki (140.) “Biz o günleri (sevinçli ve kederli) insanlar arasında döndürüp, dolaştırırız…” mealindeki ayetidir.
Bu yaklaşımı günümüz şartları altında değerlendirdiğimizde esasında bir devletin süper güç olması onun sorunları çözme kapasitesiyle ilişkilidir. Bugün süper güç ABD’nin küresel siyasetin sorunlarını çözmede yetersiz, en azından isteksiz olduğu görülmektedir. Kendisi için aynı zamanda bizatihi bir değer hâline gelen sorun çözme kapasitesi artık işlememektedir. Tek süper güç olarak ABD karşı karşıya kaldığı Covid-19 sorununu çözmekte aciz kaldığından diğer devletler nezdinde ciddi bir imaj kaybı yaşamıştır. Her ne kadar 1973-1977 yılları arasında, Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Henry Alfred Kissinger 3 Nisan 2020’de Wall Street Journal’da yer alan makalesinde sonrasına dair iyimser bir tablo çizse de bu durum dost düşman herkesçe bir kenara not edilmiştir. Üstenci bir tavırla “Koronavirüs Salgını Dünya Düzenini Sonsuza Dek Değiştirecek”1 başlıklı makalesiyle Kissinger, Marshall Planı ve Manhattan Projesi’ni hatırlatarak, Covid-19’a karşı küresel mücadeleyi desteklemesi, dünya ekonomisinin yaralarını sarmayı ve en temelde “liberal dünya düzeninin” ilkelerini koruması için Trump yönetimine tavsiyelerde bulunmuştur. Kissinger, aslında özeleştiri gibi gözüken bu yazısında virüsten sonra ABD’nin küresel bir sistem oluşturmak için geç kalmamasını salık vermektedir. ABD yönetiminin mevcut hâliyle söz konusu öz eleştiriyi de barındıran bu yaklaşımı benimseyen politikalardan çok uzakta bir yerde durduğu görülmektedir. Fakat dünyanın küresel güçten hâlen beklentileri bulunmaktadır.
Editör Notu: Bu yazı, Aralık 2020 tarihinde, Abdulkadir Macit editörlüğünde İLEM Yayınları etiketiyle çıkan “Salgın Günlerinde Toplumu ve Siyaseti Yeniden Düşünmek” isimli kitaptan alınmıştır.
Yazı ikiye bölünmüştür, yukarıdaki metin ilk bölümüdür.
Kaynakça kısmı ikinci bölümün sonunda yer alacaktır.
İkinci bölüm 25.03.2021 tarihinde İLKEAnaliz’de yayınlanacaktır.