21. Yüzyılda Beyin Göçünü Yeniden Düşünmek - İLKE Analiz

21. Yüzyılda Beyin Göçünü Yeniden Düşünmek

Tugay Durak

Beyin göçü kavramının ilk defa 1963 yılında İngiliz gazetesi Evening Standard’ın İngiltere’nin ABD’ye kaptırdığı bilim insanlarına istinaden kullanmasının ardından neredeyse 60 yıl geçti. Bu sürede dünyada beyin göçü kavramının kullanımı da değişti. İlk kullanım alanı İngiliz akademisyenlerin ülkeden ayrılışı olsa da daha sonraları bu kavram, gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere göç eden üniversite mezunu eğitimli kişilerin anavatanlarından ayrılışını ifade etmek için kullanılır oldu.  

Günümüzde beyin göçü hâlâ büyük oranda belirli ülkelerden dışa doğru kalıcı fizikî göçü ifade eden bir kavram olarak kullanılmaktadır. Fakat ulaşım maliyetlerinin azalmasıyla günlük gidiş-gelişlerin çoğaldığı, teknoloji vasıtasıyla kişinin fiziki varlığının nerede olduğunun öneminin azaldığı 21. yüzyılda beyin göçünü yeniden düşünmek gerekmez mi? Hele ki mevcut koronavirüs salgını nedeniyle birçok kişinin evinden çalıştığı bugünlerde beyin göçünü fiziksel bir olgu olmanın ötesinde tanımlamanın zamanı gelmedi mi? Her meslek grubu için olmasa da akademisyenler için 21. yüzyılda beyin göçü kavramının tekrar düşünülmesi gerektiğini düşünüyorum. 

Öncelikle akademisyenlerin yurtdışına göçünü nitelikli göçten ayırmak gerekir. Bunun en temel gerekçesi, diğer emek göçü biçimlerinin aksine akademik göçün salt ekonomik teşvikler tarafından yönlendirilmekten ziyade entelektüel merkez-çevre ilişkileri tarafından şekillendirilmesidir. Örneğin, Anglosakson ülkelerinin uzun yıllardır akademik hareketlilik için en popüler eğitim, araştırma ve çalışma ülkesi olmasındaki sebep sadece maddi zenginlikleri değildir. Yüzyıllardır oluşturdukları akademik birikim, üniversitelerinde en yetkin akademisyenlerin çalışması, zengin laboratuvar imkânları ve günlük hayatta kullanılan dilin İngilizce olması gibi etkenler akademisyen ve öğrencilerin çoğunlukla bu ülkeleri tercih etme sebepleri arasında gösterilebilir.

Günümüz akademi dünyasında uluslararası bir deneyimin belirli alanlar için neredeyse zorunlu -bazıları için de bir öne çıkma göstergesi- olduğunu, yurtdışı deneyimine sahip akademisyenlerin anavatanlarına döndüklerinde akademik olarak daha verimli olacağını ve yurtdışı ile bir köprü görevi üstlenebileceğini düşünürsek, henüz güçlü bir yükseköğretim sistemine ve altyapısına sahip olmayan ülkelerin kendi akademisyenlerine ve öğrencilerine yurtdışına çıkışı engellemesi veya bunu salt negatif bir eylem gibi görmesi kendilerine fayda getirmeyecektir. Unutulmamalıdır ki akademisyenlik gibi sınırlar arası hareketliliğin çok olduğu bir meslek grubunda bir süre sonra anavatana dönme ihtimali de gayet yüksektir. Bu tarz çift taraflı hareketliliğe beyin göçü yerine beyin sirkülasyonu denilmektedir.  Çin gibi entelektüel yeni merkezlerin ortaya çıkışında bu tarz beyin sirkülasyonlarının önemine çokça vurgu yapılmaktadır. Geriye dönen akademisyenler beraberlerinde kendi akademik ağlarını da getirmekte, yurtdışı ile daha kolay bağ kurmakta ve yerel problemlere küresel çözümler getirebilmektedir. 

Ne var ki, birçok öğrencinin ve akademisyenin çeşitli sebeplerle anavatanlarına dön(e)mediği de bir gerçektir. Öğrenciler için örnek verecek olursak, Amerika Birleşik Devletleri’nde doktora derecesi kazanan her 100 uluslararası öğrenciden 71’i mezuniyetinin ardından ABD’de kalmayı tercih etmektedir. Öğrencilerin milliyetlerine göre değişiklik gösteren bu mezuniyet sonrası kalış oranı İranlı öğrenciler için yüzde 91 iken Çinli öğrencilerin kalış oranı yüzde 79’dur. Ek olarak 2019 yılında 405 Türk vatandaşı doktora öğrencisi (yani her 100 Türk öğrenciden 65’i) eğitimlerinin ardından ABD’de kalmayı tercih etmiştir1

Günümüz bilgi toplumunda, gelişmiş ülkeler ve prestijli üniversiteler en iyi beyinleri çekebilmek için kıyasıya mücadele içindeler. İleri seviye teknolojik imkânlarla donatılmış, köklü akademik kültüre sahip üniversitelerde çalışmayı tercih etmek birçok akademisyen için cazip gelmektedir. Örneğin Birleşik Krallıkta her 10 öğretim üyesinden 3’ü yabancı uyrukludur. Bu yabancı akademisyenlerin yüzde 56’sının Avrupa Birliği ülkelerinden geldiğini ve bunların da çoğunun Alman, Fransız veya İtalyan olduğunu göz önünde bulundurursak Birleşik Krallıkta çalışmanın sadece gelişmekte olan ülkeler için değil gelişmiş ülkeler için de tercih edilen bir durum olduğu anlaşılmış olur. Öte yandan Birleşik Krallıktaki yabancı akademisyenlerin sadece yüzde 0,8 yani 539’u Türk vatandaşıdır2.

Peki Birleşik Krallıkta yabancı akademisyenlerin bazılarının beyin göçü olarak görülmesi diğerlerinin ise görülmemesinin altında yatan sebep nedir? Aslında cevap basit: hem kendileri fazlasıyla kaliteli insan kaynağı üreten hem de diğer ülkelerden nitelikli işgücü çeken ülkeler, gidenlere üzülmek yerine gidenlerin yerine yenisini koyabiliyor ve onlardan bilimsel destek almaya devam ediyor. Birçok yeni sanayileşen ülkenin de odaklandığı diaspora opsiyonunda yurtdışındaki bilimsel diasporanın dönüşüne odaklanmak yerine bu bilimsel diaspora ile azami iş birliği amaçlanıyor. 

Bu opsiyonda diasporada bulunan bilimsel diaspora ile ortak projeler geliştiriliyor, kısa süreli anavatana davet edilen akademisyenlerin bilgi birikimini öğrencilere ve yerli hocalara aktarılması sağlanıyor ve anavatandaki üniversitelerle bağlantılı hale getiriliyor. Böylece kişi fiziki olarak her zaman anavatanında olmasa bile ülkesine destek vermeye devam ediyor. Başarılı bilimsel diaspora uygulamaları ile öne çıkan Güney Kore ile bir karşılaştırma yapacak olursak 1960 yılında Türkiye’nin milli geliri Güney Kore’nin 3 katı iken 1980’lerden sonra Güney Kore sanayileşme alanında attığı adımlarla Türkiye’nin milli gelirini hızla geçmiştir3. Bu 20 senelik sürede Güney Kore’nin en başarılı politikalarından biri olarak bilimsel diaspora uygulamaları gösterilmektedir. Bu sürede bazı başarılı Koreli akademisyenler ülkelerine geri dönmüş bazıları da bulundukları ülkede kalıp az önce sıraladığım çeşitli şekillerde memleketlerinin gelişimine katkıda bulunmuştur. 

Tüm bunlar tekrar düşünüldüğünde 21. yüzyılda akademisyenlik gibi belirli alanlar için beyin göçü kavramını tekrar ele almak gerekir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde çok daha fazla kaliteli öğretim elemanı yetiştirilir gidenlere cazip fırsatlar sunularak ülkeye daha donanımlı olarak dönmeleri sağlanır ve bulundukları ülkelerde kalmayı tercih edenlerle de sağlıklı bilimsel bir ilişki kurulabilirse beyin göçü bir problem olmaktan çıkarak ‘beyin gücü’ne dönüşebilir. 

Kaynaklar
1Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Bilim ve Mühendislik İstatistikleri Merkezi (2020)
 https://ncses.nsf.gov/pubs/nsf21308/data-tables#tableCtr2837

2Birleşik Krallık Yükseköğretim İstatistik Ofisi Personel İstatistikleri (2020)
https://www.hesa.ac.uk/data-and-analysis/staff

3Dünya Bankası GSYİH Göstergeleri (2020)
https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.CD?locations=TR-KR

0 yorum

Diğer Yazılar