Göç Türkiye’nin son on yılını meşgul eden ve muhtemelen önümüzdeki yıllarda da ekonomiden sonra en önemli ikinci problem olmaya devam edecek bir olgudur. Türkiye zorunlu göç kaynaklı insan hareketliliğinden en çok etkilenen ülke haline gelmiştir. Artan sığınmacı sayısı toplumsal rahatsızlığı arttırmakta, siyasiler ise kalıcı ve etkili çözümler önermek yerine indirgemeci bir yaklaşımla bütün göçmenleri geri gönderme vaatleri vermektedir. Sığınmacılarla ilgili siyaset yapmak karşılık buldukça, toplumsal memnuniyetsizlik daha çok körüklenmekte ve daha sert çözüm önerileri gündeme getirilmektedir. Sığınmacılar konusunda biriken memnuniyetsizlikleri onlara karşı bir nefret ve öfkeye dönüştürebilecek ve toplumsal kargaşaya yol açabilecek bu kısır döngü, olumsuz bir göçmen imajı üzerine oturmaktadır. Özellikle sığınmacıların büyük kısmını oluşturan Suriyeliler homojen bir grup olarak algılanıp belirli olumsuz imgelerle ve vasıflarla temsil edilmektedirler. Bu durum bir taraftan bahsettiğimiz tehlikelere zemin hazırlamakta diğer taraftan Suriyeli sığınmacıların potansiyelini görmemizi engellemektedir. Bu yaklaşım özellikle göçün gerçekleştiği ilk yıllarda vasıflı sığınmacıların Avrupa’ya kaymasına yol açmıştır.
Sığınmacıların heterojen yapısına vurgu yapılması gerektiğine duyulan inanç, bizi bu alanda bir proje hazırlamaya itti. Geçtiğimiz yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da desteklediği Sanatın Göçü projesini başlattık. Amacımız Türkiye’ye göç etmiş sanatçıları dinlemek, yaşadıkları tecrübeleri kayıt altına almak, bu tecrübelerin sanatlarını nasıl etkilediğini tespit etmek ve sanatlarının daha görünür olmalarına katkı sağlamaktı. Şu an projenin son aşamasına gelindi ve 13 Mart 2022 tarihinde Atatürk Kültür Merkezi’nin Tiyatro Salonu’nda gerçekleştirilecek olan kapanış programında uzun metrajlı belgesel filmin prömiyeri yapılacak olup kendisiyle mülakat yapılan sanatçılarının katılımıyla bir karma sergi de açılacaktır. Projenin sonuna gelmişken süreçte elde ettiğim deneyimleri paylaşmak istiyorum.
Öncelikle heterojenlik ile neyi kastettiğimi açıklamak isterim. Sığınmacıların meslekleri, eğitim seviyeleri, kültürleri, becerileri, uyum süreçleri elbette ki farklılık göstermektedir ve tam da bu sebeple mesele indirgemeci bir yönden ele alınmamalıdır. Bunu bir örnekle izah etmeye çalışayım. Yapılan araştırmalar bir ülkeye gerçekleşen göçlerin arttığı dönemde buna paralel olarak toplumdaki zenofobinin de arttığını göstermekteyken nitelikli göçmenlerin göç ettiği bölgelerde bu durumun aksini gösteren verilere ulaşılmıştır.[1] Nitelikli göçmenlerle bir şekilde etkileşim içinde olan yerel halkın kendi bölgelerine gelen göçmenlerden ötürü nefretlerinin artması bir tarafa, yabancılarla ilgili olumlu düşünceleri, ülke ortalamasından çok daha yüksek çıkmaktadır. Yani hiç göçmenle karşılaşmamış bir kişinin olası yabancı düşmanlığı nitelikli bir göçmenle karşılaştıktan sonra sempatiye dönüşebilmektedir. Burada kastettiğim şey bir göçmen romantizmi değil tabi ki. Göç fenomenini iki tarafın da çıkarına olacak şekilde ele almak için önce ön yargılardan kurtulmanın gerekliliği ve nitelikli göçmenlerin varlığının bilinmesinin buna katkı sağladığına duyduğum inanç.
Sanatçıların nitelikli iş gücünün önemli bir kolunu temsil etmeleri sebebiyle projede neden merkeze alındıkları, önceki satırlarda cevabını bulmuş gibi gözükebilir. Bu bir cevap üretmekle birlikte göçmen sanatçılara yönelik böyle bir proje yürütmemizde başka sebepler de mevcut. Öncelikle sığınmacı sorunu üzerinden düşünecek olursak gerçekleşen zorunlu göç ile ülkemize uluslararası başarıları olan sanatçıların da geldiğinden toplumu haberdar etmek ve onların en azından bir kısmını tanıtmak önemlidir. Zira sanatçılar toplumda sığınmacılara yüklenen “suçun artması”, “terör tehdidi oluşturmaları”, “ucuz iş gücü olmaları”, “kültürel dokuyu bozmaları” gibi olumsuz eylemlerle bağdaşmamaktadır. Bu hakikat göçmenlere yönelik genellemelerin yıkılması adına iyi bir başlangıç olabilir. Bu sanatçılar aynı zamanda sığınmacıların dahil oldukları yeni toplumda kendilerine dar bir alana itilmediklerini görmelerini sağlayabilir. Yine Suriyeli sığınmacılar üzerinden gidecek olursak 7-8 yıldır Türkiye’de yaşayan, Türk okullarında eğitim almış, ana dili gibi Türkçe bilen ve ergenlik dönemini burada tamamlamış Suriyeli gençler, siyasi partilerin, bazı medya organlarının ve çeşitli sosyal medya hesaplarının kendilerine yönelik dışlayıcı tutumlarıyla büyümektedir. Maruz kaldıkları dışlayıcı tutumlar gençlerin marjinalleşmesine sebep olabilir. Fakat ülkede göçmen sanatçıların ve vasıflı kişilerin varlığını bilmeleri, onları gettolara itmek yerine toplumsal ağlara dâhil olmaları için teşvik edebilir.
Meselenin sığınmacı sorunundan hareketle iki taraf için de kazan-kazan durumu oluşturabileceğini göstermek yeterli olacağı için buradan elde edilebilecek olası faydaları tek tek saymayı gerekli görmüyorum. Göçmen sanatçıların Türkiye sanat alanında sağlayabileceği katkılara daha önce yine İLKE Analiz için kaleme aldığım bir yazıda temas ettiğim için bunları tekrar etmek istemem ama devam etmekte olan İstanbul Bienali kapsamında yapılacak sergiler için tercih edilen mekanlardan birinin Kadıköy’de bir Suriyeli sanatçı tarafından açılmış olan Arthereistanbul galerisi olması[2], göçmen sanatçıların Türkiye sanat ağlarına girerek somut katkılar vermeye başladıklarının bir göstergesi olarak düşünülebilir.
Sanatçıları Bulmak
Projenin merkezinde belirli sayıdaki Suriyeli sanatçıya ulaşmak ve kabul edenler ile çekimler yapmak yer alıyordu. Hedefimiz sanat alanında eğitim almış, meslek hayatına devam eden, sergi açmış, ödüller kazanmış, sanat alanında tanınan ya da bu alanda umut vadeden kişilere ulaşmaktı. Sanatsal üretime devam eden aktif ve üretken sanatçılara ulaştığımız takdirde projenin vermek istediği mesajın da kuvvetleneceğine dair kanaatimiz ülkemize sığınmak zorunda kalmış sanatçıları tanıdıkça kuvvetlendi. Sanatçıların yoğun olarak İstanbul’da olacağını tahmin etmek güç değil, bununla birlikte sığınmacıların yoğun olduğu diğer illerde de hatırı sayılır miktarda sanatçının olduğunu gördük. Bununla birlikte bütün sanatçılar Türkiye’ye gelmiş değil. İç savaş çıktıktan sonra ülkelerini terk etmek zorunda kalan sanatçılar, diğer sivillere benzer bir şekilde bütün dünyaya dağılmış durumda.
Ülkelerinde iç savaş çıktığında Suriyeli sanatçıların talihi de protestolarla şekillenmiş. 2011 yılında gösteriler başladığında sanatçıların çoğunun hükümetin baskıcı politikalarına karşıtı protestolara destek vermeleri, onları hedef haline getirmiş. Bu süreçten itibaren sanatçılar başka ülkelere gitmek zorunda kalmışlar. Öncelikli olarak tercih edilen ülke Lübnan olmuş. Göç sonrası Suriyeli sanatçıların ve sanat galerilerinin ilk aşamada Beyrut’u tercih etmişler. Bunun sebebi arasında Beyrut’un Arap dünyasındaki kültür sanat merkezlerinden biri olması, Şam’a yakın olması, eserlerin taşınmasının daha kolay olması ve kültürel yakınlık sebebiyle iletişim probleminin olmaması sayılabilir. Sanatçı akını ile birlikte Beyrut sanat çevrelerinin hiç olmadığı kadar hareketli bir döneme girdiği, bir dönem orada kalmış sanatçılar tarafından da teyit edilen bir husus. Proje kapsamında ulaştığımız sanatçılardan bir kısmı da önce Lübnan’a geçtiklerini daha sonra Türkiye’ye geldiklerini ifade ettiler. Sonraki yıllarda Beyrut sanatçılar için bir dağıtım merkezi olmuş. Buradan ayrılan sanatçılar sığınma talebinde bulunarak dünyanın birçok ülkesine dağılmışlar. Özellikle Fransa ve Almanya’nın sağladığı kolaylık sebebiyle önemli sayıda Suriyeli sanatçının bu iki ülkede toplandığı görülüyor. Günümüzde dünyada ne kadar sığınmacı Suriyeli sanatçı olduğu tam olarak bilinmiyor. Ama gittikleri ülkelerde küçük sanatçı birlikleri kurmuşlar. Bazı birliklerin ülkeler arası bir sanatçı ağı oluşturma çabası da mevcut ama henüz bu tamamlanmış değil.
Savaş öncesi Suriyeli sanatçılar kendi ülkeleri sınırlarında dar bir etkiye sahip iken, iç savaşın getirdiği yıkıma ve göçün getirdiği sorunlara yönelik çalışmalar yaptıkça küresel düzeyde bir tanınırlık kazanmaya başlamışlar. Politik bir eyleme dönüşen sanat çalışmaları dünyadaki önemli galerilerde sergilenmiş, Suriyeli sanatçıların bu alandaki projeleri desteklenmiş ve böylece bir felaket onlara istemedikleri bir şekilde tanınırlık kazandırmış.
Türkiye’ye gelen sanatçılarla ilgili bahsettiğimiz şekilde bir tanınırlık oluşmamış. Bunun sebeplerinden birisi Avrupa’daki diğer bazı sanatçılar gibi sert politik bir dil kullanmamaları. Sanatçı ağları bakımından ise karmaşık bir durum söz konusu. Öncelikle göçmen heterojenliği sanatçılar için de geçerli. Her ne kadar bu kavramı kullanıyor olsak da “Suriyeli sanatçılar” derken yekpare bir topluluktan bahsetmiyoruz. Suriyeli sanatçıları bir araya getiren çeşitli kurum ya da mekanlar olsa da daha ziyade bireysel bir görüntü çiziyorlar. Bununla birlikte kurdukları anlık mesajlaşma uygulamalarındaki gruplar gibi iletişim platformları üzerinden kendi aralarında bir ağları var. Fakat bu ağların bir kolektif birliğe henüz dönüşemediğini de görüyoruz. Türkiye’ye yerleşmiş sanatçıların bu “kendi halindeliği”, biraz da geçici koruma altında yaşayan Suriyelilere yönelik belirsiz bir geleceğin olmasından kaynaklanıyor. Geri gönderilme meselesi zangoç gibi tepelerinde beklerken gelecekle ilgili planlar yapmakta zorlanıyorlar. Bu durum ise onların sanat alanında daha aktif olmalarını engelliyor.
Suriyeli sanatçıların Türkiye sanat alanıyla ilişkileri zayıf ama bu tamamen dışında kaldıkları anlamına da gelmiyor. Zaman zaman bu sanatçıların eserleri galerilerde sergileniyor, göç meselesini gündeme getiren çeşitli çalışmalarda yer alıyorlar, medyanın da belirli düzeyde bir ilgisi mevcut. Mesela görüştüğümüz bazı sanatçılarla ilgili daha önceleri gazete ve televizyon kanallarında haber yapılmış. Bunlara BBC ve Al-Jazera gibi uluslararası kanallar da dahil. Fakat bu ilginin toplumsal düzeyde ya da sanat seveler arasında tam bir karşılığı oluşmamış. Sanatçıların geneli Türkiye’de eserlerini satamadıklarını vurguladılar. Eserlerini yine online olarak başka ülkelere sattıklarını belirttiler. Bu onların Türkiye sanat alanında daha etkin olmalarını engellese de Türkiye’de üretilen sanat eserlerinin yurtdışına satılması, zamanla Türk sanatçılarının da daha önce uzak kaldıkları piyasalara girmelerine katkı sağlayabilir.
Ülkemizde yaşayan göçmen sanatçıların durumunu iyileştirmeye yönelik atılacak adımların tahmin edilenden daha geniş bir alanda etki üretmesi mümkün. Göçmen sanatçıların koşullarının iyileştirilmesi, onların üretim yapmalarının teşvik edilmesi ve sanat alanında temsil edilmelerinin sağlanmasının fayda üretmeyeceği düşünülemez. Bunun için öncelikle bu sanatçıların sorunlarını tespit etmek gerekiyor. Ardından hem Türkiye hem de küresel sanat alanının dinamiklerini hesaba katarak, hedefler belirlenmesi bir planlama yapılması ve gerekli politikaların geliştirilmesi şart.
[1] Anthony Edo and Yvonne Giesing, Has immigration contributed to the rise of right-wing extremist parties in Europe? Econpol policy report, 2020, 13
[2] https://bienal.iksv.org/tr/17-bienal-mekanlar/arthereistanbul