İslamofobi ve İslam Karşıtlığının Üretimi - İLKE Analiz

İslamofobi ve İslam Karşıtlığının Üretimi

Mahmut Hakkı Akın

İslam’ın dünyaya yayılışı, ilk Müslümanlar döneminde içsel bazı gerilimlere rağmen gerçekleşmiştir. Bu yayılmanın çok kısa bir sürede çok geniş bir coğrafyaya ulaşması önemle üzerinde durulmayı gerektirir. Çünkü kısa sürede geniş bir coğrafyada İslam’ın ve dolayısıyla Müslümanların varlığı, sadece savaşlar ya da fetihler üzerinden izah edilemez. Bu yayılmanın en önemli sebeplerinden biri, Müslümanların farklı dinlere ve kültürlere mensup insanlarla karşılaştıklarında iyi olanın lehine alternatif sunmalarıyla ilgilidir. Daha iyi bir alternatifi sunma, ilk Müslümanlar için aynı zamanda örnek haline gelmeyi de sağlamıştır. Bu örnekliğin temelinde ise İslam’ı, kendi bütünlüğüyle idrak etme ve yaşama çabası keşfedilebilir. İlk nesillerden itibaren dinin bir yönünün ibadetler ve Allah’a kulluk, buna bağlı diğer yönünün ise bu dünyanın daha adil ve iyi bir yer olmasına katkı olarak anlaşılması ve yaşanması kurumlaşmıştır. Böylece İslam’ın yayılış hamlesi, kaynağını Müslüman bir bilinç ve pratikten almıştır.

İslam’ın yayılış hamlesi, kaynağını Müslüman bir bilinç ve pratikten almıştır.

İslam’a inanan ve onun temsilcileri olan Müslümanlar, farklı coğrafyalara ve kültürlere İslam’ın temel esaslarını yaymışlardır. Bu esasların ya da ilkelerin yayılmasında temiz, adil, merhametli, güler yüzlü, ölçülü ve güvenilir olmanın büyük rolü olmuştur. Ahlak ve sorumluluk ilkeleri, ticari ilişkilere, yönetime, aile hayatına, eğitime ve bütünüyle toplumların kurumlaşmasına katkı sağlamıştır. Bu süreklilik, yüzyıllar boyunca dünyanın değişimine katkı sağlamıştır. Bu değişmenin tarih boyunca birkaç önemli merhalesi bulunsa bile birkaç yüzyıldır Müslümanların bu hamleden neden uzak kaldıkları sorusu önemli bir gündem olmaya devam etmektedir. Burada bu konularla ilgili detaylara girilmeyecek ve tarih boyunca yaşanan gelişmelerin neler olduğu üzerinde durulmayacaktır. Yakın dönemde Müslümanların İslamofobi ve İslam karşıtlığı üzerinden itham edilmelerinin sebepleri ve yakın gelecekte bu karşıtlığın kendini sürdürme imkânları değerlendirilecektir.

Bir Savunma Psikolojisi Yaratma Biçimi Olarak İslamofobi

İslam, bir din olarak ortaya çıktığı andan itibaren başka dinlere mensup olanlardan onu benimseyenler olduğu gibi ona tepki gösterenler de olmuştur. İslam’ın coğrafi olarak yayılma ve daha sonra geri çekilme sürecinde de bu durum devam etmiştir. Müslümanlar, son iki yüzyılda farklı etkilere muhatap olmuştur. Yaşanan değişimlerin ve Batı medeniyetinin bilim ve teknikteki gücü karşısındaki konumlanmaların ürettiği yeni tarihsel ve sosyolojik konjonktür ortaya çıkmıştır. Bu konjonktürde Batı’nın dünya tarihini kendisini merkeze alarak yeniden yazması, teknik üstünlüğüyle Müslüman coğrafyanın önemli bir kısmını sömürge haline getirmesi ve Batı’nın üstünlüğünü kabul eden Müslümanların kendi durumlarını sorgulamaları önemli bir yerde durmaktadır. Batı’da İslam’ı ve Müslümanları öteden beri “öteki” olarak görmeyle ilgili tarihsel bir hafızadan bahsedilebilir. Ancak bu öteki olarak görme ve tanımlama durumu zaman içinde güçlenmeyle ve zikredilen konjonktürel durumla başka yönlere evrilmiştir. Genel olarak Müslümanlardan çekinen bir öteki kabulünden zamanla onları tanımlayan güç odaklı bir öteki yargısına evrilme söz konusudur. Burada fobi olarak ortaya çıkan durum, geçmişten gelen korkuyla ilişkilidir ve bu İslamofobi olarak kolayca tanımlanabilmiş ve üretilebilmiştir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken konu, tanımaktan çok tanımlamak; tanımlarken de olanlardan çok olmayanları kurgulamak gibi tercihlerin öne çıkmasıdır.

İslamofobinin Müslüman toplumlarda Müslüman olduğunu iddia ya da inkâr eden pozitivist Batıcı, etnik kökeninin Müslümanlık öncesine vurgu yapan kesimler tarafından farklı biçimlerde üretildiği görülmüştür.

İslamofobinin sürdürülmesi, başlı başına bir algı yönetme süreci olarak devam etmiştir. Burada korkunun üretilmesi ve sürdürülmesi, zayıf olanın kendinden güçlü olandan korkması değil, daha çok gücünü koruması ve hasmını savunma durumunda bırakmasıyla ilgilidir. İslamofobi, Müslümanları, kendilerini iddia ve itham edildikleri gibi olmadıklarıyla ilgili savunma halinde bırakmaktadır. Burada her şeyden önce sosyal psikolojik bir süreç işlemektedir. Müslümanlar açısından gerek sömürülen toplumlarda gerekse Batılılaşma yanlısı toplumlarda bu sosyal ve psikolojik hâlin Batılı etkilerle birlikte kendi içinde hem İslamofobiyi hem de İslam karşıtlığını ürettiği tespit edilebilir. Bu nedenle Batı merkezli gibi gözükse bile İslamofobi ve İslam karşıtlığının Müslüman toplumlarda Müslüman olduğunu iddia ya da inkâr eden pozitivist Batıcı, etnik kökeninin Müslümanlık öncesine vurgu yapan milliyetçi ve diğer solcu kesimler tarafından farklı biçimlerde üretildiği görülmüştür. Geleneksel ya da yenilikçi İslami vurgulara sahip dindar gruplar, oluşturulan korku ortamında kendilerini savunma durumunda bırakılmıştır. İslamofobi ve İslam karşıtlığı tartışmalarının sadece Batı, oryantalizm ya da sömürgecilik literatürü sınırlarında ele alınması büyük bir eksikliktir. On dokuzuncu yüzyıldan itibaren Müslüman toplumların kendi içlerinde İslamofobi ve İslam karşıtlığı bir iç mesele olarak da ayrıca ortaya çıkmıştır. Geri kalmışlık, kendi asıl kültüründen uzaklaşma ya da toplumda sömürü kaynağı olma gibi ithamlarla İslam’ın toplumdaki etkilerinin azaltılması ya da tamamen ortadan kaldırılmasıyla ilgili girişimler pek çok ülkede yaşanmıştır.

İslamofobi ve İslam karşıtlığı tartışmalarının sadece Batı, oryantalizm ya da sömürgecilik literatürü sınırlarında ele alınması büyük bir eksikliktir.

Müslüman toplumlarda İslamofobi ve İslam karşıtlığı, bu toplumların kendi iç bölünmüşlüğünde karşılık bulmuştur. Gündelik hayatta dinî sembollerin bazı ritüellerde kullanılması ve dinin genel hayatın tali bir unsuru gibi kabul edilmesi, seküler hayat tarzına sahip bazı insanlar tarafından benimsenmiştir. Burada temel farklılaşma, hayat tarzı üzerinden yaşanmıştır. Kültürel bölünme dolayısıyla oluşan kültürel mesafe, hayat tarzlarının içinde bulunduğu gerçeklikleri de birbirinden ayırmıştır. Dolayısıyla fobiyi ortaya çıkaran ve sürdüren şey, mesafenin oluşturduğu belirsizliktir. Aynı şehrin ortak kamusal mekanlarını kullansalar bile bu mesafe dolayısıyla birbirlerini anlayamayan iki tip ortaya çıkmıştır. Birinin güçlenmesi, diğerini korkutmuştur. Kültürel konumlanmalar ve hayat tarzlarındaki sembolik farklılaşmalar, İslam’a bireysel hayatlarında saygı duyan bazı insanların da dindarlara mesafeleri dolayısıyla İslamofobiye dolaylı katkıda bulunmalarına sebep olmuştur. Burada belirtmek gerekir ki verilen bu örnek, İslamofobi için uygun bir örnek olsa bile İslam karşıtlığı değildir. Müslüman toplumlarda kavramların anlamının kendi tarihsel ve sosyolojik bağlamında farklılaşması mümkündür. Türkiye, devrim öncesi İran, Mısır, Cezayir gibi pek çok ülkede bu kültürel bölünmüşlük İslam’ın ve Müslümanların durumunu sürekli tartışma konusu olarak gündemde tutmuştur.

İslamofobiyi Yalnızca “Dışarıda” mı Aramalı?

İslamofobi ve İslam karşıtlığı tartışmalarının bir başka yönü, Müslüman toplumlarda dindar ve İslam’a bağlı olduklarını iddia edenlerin kendi içlerindeki bölünmüşlük ve çatışmalardır. Yazının başında ilk İslam toplumunun yayılmasında Müslümanların kendileri gibi olmayanlara ahlaki ve insani alternatif sunmalarıyla ilgili başarılarına dikkat çekilmişti. Burada şu soru akla gelebilir: Malik bin Nebi’nin “sömürülebilirlik” kavramını açıklarken işaret ettiği gibi “Müslümanların kendileriyle ilgili olumsuz durumun oluşmasında payları yok mudur?” Sadece sömürgecinin değil; sömürülebilirlik şartlarını oluşturarak onun işini kolaylaştıranın payı da göz ardı edilmemelidir. Burada bir denge halinin tespit edilmesi gerekmektedir. İki tarafın da kolaya kaçtığı bir anlayış birbirini üretebilir. Başka bir deyişle İslamofobi’yi ve İslam karşıtlığını tamamen Batı’ya, oryantalizme ve sömürgeciliğe yükleyerek kendi sorumluluğundan kaçma ve özeleştiri yapmama tavrı bir tür konformizmdir. Malik bin Nebi haklıdır, ancak kısmen haklıdır. Diğer taraftan sadece Müslümanların olumsuz durumlarını eleştirerek İslamofobi’nin ve İslam karşıtlığının bütün günahını Müslümanlara yüklemek de başka bir konformizmdir. Her iki konformizmin korkuya ya da sorgulanmadan kabul edilen bir karşıtlığa karşılıklı olarak kaynaklık etmeleri anlaşılabilir.

İslamofobi ve İslam karşıtlığı tartışmalarının bir başka yönü, Müslüman toplumlarda dindar ve İslam’a bağlı olduklarını iddia edenlerin kendi içlerindeki bölünmüşlük ve çatışmalardır.

Batı’da, Müslüman toplumlarda ve Doğu’da İslamofobi ve İslam karşıtlığı, kendi şartlarında üretilmeye devam etmektedir. Çin ve Hindistan başta olmak üzere Asya’daki pek çok ülkede Müslümanlara karşı benzer bir algı operasyonu düzenlenmekte ve şiddete başvurulmaktadır. Yirmi birinci yüzyıl, Müslümanlar açısından imkanlarının yanında ciddi bir imtihana dönüşmüştür. İslamofobi, sosyal medya başta olmak üzere pek çok mecrada güçlü bir şekilde üretilmektedir. Yalanlar ve kurgular, belirsizliği ve korkuyu daha da arttıracak silahlardır. Aslında ilk nesilden itibaren tarih boyunca Müslümanların karşı karşıya kaldıkları olumsuz şartlarda da benzer bir durum söz konusudur.

İslamofobi’yi ve İslam karşıtlığını tamamen Batı’ya, oryantalizme ve sömürgeciliğe yükleyerek kendi sorumluluğundan kaçma ve özeleştiri yapmama tavrı bir tür konformizmdir.

İslam’ın ilk yayılma hamlesi, ilkeler dolayısıyla tarihin değişimine sebep olmuştur. Burada Allah’ın dünyaya ve tarihe müdahil olduğuna duyulan inanca dikkat çekilebilir. Bugün İslamofobiyi ve İslam karşıtlığını Batı’da, Müslüman toplumlarda ve Doğu’da üreten paradigmanın temelinde, insanın ne olduğu ve bu dünyada neden var olduğu sorularına verilen cevapları göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Şayet insan, bütünüyle bu dünya hayatıyla sınırlı bir canlıysa ya da gelişmiş bir hayvan türüyse bu paradigmayı benimseyenler açısından İslam en tehlikeli ve korkulması gereken bir anlayışı temsil etmektedir. Müslümanlar, insanı fıtrat ve denge üzerinden tanımlayan ve bu denge halini korumaya odaklanan bir anlayışa sahip olmuşlardır. Bu anlayışa bağlı olarak insanlık tarihine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Zamanla fıtrat ve denge halinin kaybedilmesinin sadece Müslümanlara değil dünyaya da maliyeti olmuştur. Çünkü insan ve dünya arasındaki ilişkinin farklı tarzda kurulduğu, insanın fıtrat ve denge halini esas almayan bir paradigma hâkim hâle gelmiştir.

İslamofobi ve İslam karşıtlığının temelinde değişen insan paradigmasının merkezi bir rolü vardır. İlk Müslüman topluluk, İslamofobi ve İslam karşıtlığıyla mücadele etmişlerdi. Bu mücadele, bütün zorluklarına rağmen hasımlarınınkinden farklı bir insan kabulüne dayanıyordu. Bu insan kabulü, ahlaki üstünlüğün de kaynağıydı. Bugün Müslümanların içeriden ve dışarıdan karşı karşıya kaldıkları pek çok meselenin temelinde “İnsan nedir?” sorusuna verilecek cevabın hayati bir yeri olduğunu söylemek aşırı bir iddia olmayacaktır. Farklı coğrafyalarda, Müslüman toplumların içinde ve dışında üretilen İslamofobinin ve İslam karşıtlığının temelinde de bu soru bulunmaktadır. Hazır cevaplara dayanan karşılıklı konformizmin dışına çıkmak ve alternatif üretmek buradan başlayabilir.

***

Editör Notu: Bu metin Müslüman Dünyada Fikri Birikimler Bülteni’nin 19. Sayısında yayımlanmıştır. Müslüman dünyadaki entelektüel gündemi her ay okuyucularına sunan Müslüman Dünyada Fikri Birikimler Bülteni yayınlarına buradan ulaşabilirsiniz.

0 yorum

Diğer Yazılar