Körfez Krizi’nin Öncesi ve Sonrasında Türkiye-Körfez İlişkileri - İLKE Analiz

Körfez Krizi’nin Öncesi ve Sonrasında Türkiye-Körfez İlişkileri

Huzeyfe Altıok

Türkiye’nin Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Katar, Bahreyn, Umman ve Kuveyt’ten oluşan Körfez Arap Ülkeleri İş birliği Konseyi (KİK) ülkeleriyle ilişkilerine 2017-2022 yılları arasın süren Körfez Krizi, iş birliği ve gerilim karışımı bir etkide bulundu. Her ne kadar ilk aşamada arabuluculuk teklif etse de daha sonra ambargo uygulayan ülkelerin yayınladığı, Türkiye karşıtı bir maddenin de bulunduğu, 13 maddelik bildiriden sonra Türkiye, krizin çözümüne yönelik tavrını Katar’a tam anlamıyla destek vererek uluslararası kamuoyuna göstermiştir. Bu yazıda 2017 ve 2021 yılları arasında KİK’te yaşanan diplomatik krizin sebepleri kısa bir özetle aktarıldıktan sonra Türkiye’nin krizin iki tarafı ve KİK üyesi tarafsız ülkelere yaklaşımı incelenecektir.

2017-2021 KİK Diplomatik Krizi

Arap Baharı ve sonrasında yaşanan gelişmeler Ortadoğu siyasetini, ülkelerin kendilerini konumlandırdıkları yerleri önemli ölçüde etkilemiştir. Bu dönüşümün Körfez’e de gözle görülür bir etkisi olmuştur. ABD yönetiminin Arap Baharı’nda otoriter liderlerden desteğini çekmiş görünümü Körfez liderlerini kaygılandırmıştır. Bu noktada Bahreyn’de yaşanan olaylara askeri müdahaleye kadar giden tepkiler KİK üyesi bazı ülkelerin de tarafsız veya dönüşümden yana bir görüntü çizmesine sebep olmuştur. Örneğin bahsedilen askeri müdahaleye her ne kadar KİK’te alınan karar olması hasebiyle destek vermiş gibi görünse de Al Jazeera gibi basın yayın organlarında izlediği tutum KİK içinde bariz bir politik farklılık olduğunu göstermiştir.

Her ne kadar 2017’den önce KİK içinde yaşanan büyükelçi krizi gibi görünür sinyaller olsa da KİK’in tarafsız aktörleri, özellikle Kuveyt’in o dönemdeki emiri Şeyh Sabah’ın uğraşlarıyla sorunlar konsey içerisinde çözüme kavuşturulmaktaydı. Ancak özellikle Suudi Arabistan’da yaşanan lider değişimi taraflar arasındaki diplomatik farklılıkları göz ardı edilemez bir noktaya taşıdı. Bu noktada her ne kadar Katar daha önceki krizlerden ötürü hazırlıklı olsa da uluslararası kamuoyu açısından beklenmedik bir hareketle üç KİK üyesi (Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn) Mısırla beraber Katar’a karşı bir kara ve hava sahası ambargosu başlatmıştır. Krizin sonrasında yayınlanan isteklerin çözüm odaklı olmaması hasebiyle krizin çözümü 2020 yılında yapılan seçimler nihayetinde ABD Başkanlığının değişmesiyle KİK ülkelerinin de politika değişikliğine gitmesine kadar uzamıştır. Bu süreçte Türkiye, Katar yanlısı politika izlerken bağımsız ülkelerle ilişkisini sıcak tutmuş ve Başkan Erdoğan, Şeyh Sabah’ın çözüme yönelik emeklerini her fırsatta takdir edip destek vermiştir.

Türkiye-Katar İlişkileri

Türkiye’nin Ortadoğu’da otoriter liderlere karşı izlediği tavır Arap Baharı’nın toplumsal olaylarına ve bu olayları organize eden hareketlere verdiği destekle görünmektedir. Özellikle Mısır’da, Müslüman Kardeşler’e verdiği destek Mursi yönetimi döneminde Ortadoğu siyasetinin çehresini değiştirmiştir. Bu politikalarında her ne kadar monarşi ile yönetiliyor olsa da ideolojik ortaklıklar ve liderlerin arasındaki ilişkiler göz önüne alındığında Katar’ın desteği önemli ölçüde görünmektedir. Ortadoğu’nun muteber uluslararası medya kaynaklarının başında gelen Katar kaynaklı Al Jazeera’nin tutumu, protestolar süresince liderlerin yaptığı açıklamalar bu durumu açıkça göz önüne sermektedir. Ayrıca Mursi’ye karşı yapılan darbeden sonra Müslüman Kardeşler örgütü liderlerinin sığındığı başlıca yerlerin İstanbul ve Doha olduğunu söylemek Katar’ın bu noktada Türkiye ile paralel bir görüşe sahip olduğunu göstermek açısından isabetli olacaktır.

Katar’daki askeri üs Türkiye’nin sınır ötesi nadir üslerinden olmakla beraber Katar’ın da ABD üssünden sonra topraklarında kabul ettiği ikinci yabancı askeri tesis olmuştur.

Krizin ilan edildiği ilk saatlerden itibaren Türkiye’nin Katar’a karşı diplomatik, lojistik ve hatta her ne kadar kullanılmamış olsa da askeri bir desteği olduğu görülmektedir. Krizin ilk günlerinde günlük gıda ithalatının çoğunu ambargo uygulayan ülkelerden temin eden Katar için Türkiye’den satın aldığı ve havayoluyla ülkeye getirilen gıda maddeleri ani bir krizin önüne geçip liderlerin ve halkın panikle hareket etmesini engellemiştir. Daha sonra ivedilikle Katar’a transfer edilen 3000 Türkiye askeri ile Katar’daki askeri üs Türkiye’nin sınır ötesi nadir üslerinden olmakla beraber Katar’ın da ABD üssünden sonra topraklarında kabul ettiği ikinci yabancı askeri tesis olmuştur. Bu bağlamda liderlerin kişisel ve ideolojik yakınlıklarına dayalı ve odağında Katar’ın krizden kârlı veya en az hasarla çıkmasını sağlayacak; gıda, ulaşım ve askeri güvenilirliğe dayanan stratejik bir ortaklık görülmektedir.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Doha’da düzenlenen Dünya Kupası açılış töreninin oturum aralarında Mısırlı mevkidaşı Abdülfettah el-Sisi ile el sıkıştı. (Reuters)

Krizden sonrasında bile Katar’la günden güne artan ekonomik ilişkiler göze çarpmaktadır. Katar Emiri’nin, Başkan Erdoğan ve Mısır lideri Sisi’yi bir araya getiren fotoğraf karesi göz önüne alınırsa kriz sonrası değişen dinamiklere rağmen ortaklıkta bir değişiklik olmadığı görülmektedir. Kısaca özetlemek gerekirse Türkiye’nin Katar ile ilişkileri ideolojik sebepler ve liderlerin kişisel etkileri sayesinde Arap Baharı öncesinden Körfez Krizi’ne ve sonrasına devam etmiştir. Körfez Krizi’nde ambargo uygulayan ülkelerin ummadığı bir sonucun çıkmasında Türkiye’nin payının göz ardı edilemez olması bu krizden güçlenerek çıkanın sadece Katar değil aynı zamanda Türkiye ile ilişkiler olduğu da söylenebilir. Türkiye’nin ekonomik olarak yaşadığı sıkıntılara verdiği destek de Katar’ın bu süreçte Türkiye’nin yaşadığı bir bunalımın kendisine olacak politik yansımaları engellemekten kaynaklandığı söylenebilir.

Ambargo Uygulayan Ülkelerle İlişkiler

2015 yılının ocak ayında Türkiye, Suudi Arabistan kralı Abdullah bin Abdülaziz’in vefatının ardından milli yas ilan etti. Kralın vefatının Türkiye tarafından böyle karşılandığı bir durumdan, yukarıda da belirtildiği üzere Katar’a dayatılan maddelerden biri olan Körfez’de Türkiye varlığına karşı duyulan hoşnutsuzluğa giden yolun da en temel sebebi Türkiye’nin Arap Baharı’nda tutunduğu aktif siyaset denilebilir. Bu bağlamda Suudi Arabistan ve BAE ile Türkiye arasında 2020 Ocak’a kadar gerilimli bir ilişki görülmektedir. Arap Baharı’nı atlatan otoriter liderlerle kurdukları iş birliği ile Ortadoğu’da statükoyu korumayı hedefleyen bu ülkeler, Türkiye’yi bu amaçlarına engel olabilecek en önemli bölgesel rakip olarak görmekteydiler. Liderlerinin kendilerini ispat etme çabaları ve kişisel hırsları da göz önüne alındığında bu ülkelerin Türkiye’ye karşı tutundukları tavır daha da anlaşılır hale gelecektir.

Ancak bu devletlerarası gerilimli sürecin bu denli fazla hissedilmesinin bir sebebi de Ortadoğu’da henüz Arap Baharı’ndan sonraki dengenin sağlanamamış olması olarak değerlendirilebilir. Ayrıca iki tarafın da Trump yönetimi ile kurduğu ilişkiler bu gerilimin uluslararası kamuoyundaki etkilerini azaltmakta olduğu; krizin çözümünde etkili olan ABD başkanlık seçimleri sonuçlarının, Türkiye-Körfez ilişkilerinde de etkili olduğu düşünülebilir. Ayrıca ideolojik unsurların politika yapıcılığa olan etkisinin azalması da tarafların arasında yaşanan gerilimin azalmasına sebep olduğu söylenebilir. Zira 2010’lu yılların başlarından beri süren güç mücadelesinin uluslararası alanda iki tarafa da faydadan çok zarar getirdiği görülmektedir. Özetle, Arap Baharında kendini konumlandırdığı yer itibarıyla BAE ve Suudi Arabistan’la her ne kadar güç çatışması yaşasa da Suudi Arabistan’daki liderlik değişimi ve Muhammed bin Selman’ın politikaları özellikle bu iki ülke ve Bahreyn’le Türkiye ilişkilerindeki gerginlikleri arttırdı denilebilir. Bu noktada Türkiye’nin Körfez Krizi’nde Katar yanlısı aktif siyaseti bu gerilimin bir sebebi olmaktan çok sonucudur denilebilir. Ancak nihayetinde Kriz sonrası görülen gelişmelerde Türkiye’nin tedrici olarak her iki ülke ile de ilişkilerini arttırdığı görülmektedir. Buna da tarafların ideolojik yaklaşımlardan uzaklaşıp faydacı bir siyasete dönmeleri sebep olmuştur.

Körfezin Tarafsızları Kuveyt ve Umman’la İlişkiler

Körfez Krizi’nin başlangıcında her ne kadar bir taraf tutmaları için birtakım zorlanmalara girilse de Kuveyt ve Umman, tarafsızlıkları noktasında istikrarlı bir duruş göstermiştir. Daha sonra bu devletlerin ambargoya katılmayacakları kesinleştikten sonra Körfez ülkeleri krizi KİK içinde tutabilmek amacıyla, özellikle Kuveyt’in arabulucuğunu kabul etmişlerdir. KİK’in kuruluşunda Kuveyt dışişleri bakanı olan o dönemin emiri Şeyh Sabah’ın da tecrübesiyle Kuveyt hem kriz dışında kalmış hem de krizin önlenemez bir duruma gelmesi engellenmiştir. Bu noktada iki ülkenin de Türkiye’yle ilişkileri olumlu anlamda devam etmiştir. Umman’ın jeopolitik konumu itibarıyla İran’la ilişkilerinden ötürü her ne kadar Türkiye’ye sıcak ve mesafeli dursa da Kuveyt artan agresifliğe karşı ABD dışında bulabileceği bir güvenlik sağlayıcısı olarak Türkiye’nin körfezdeki varlığından memnuniyet duymuştur. Ancak iki ülke de bölgesel ilişkilerinde tarafsızlık merkezli davranmaya devam etmişlerdir.

Sonuç

2017 yılının 5 Haziran sabahı Katar’a karşı KİK üyesi üç devlet Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn (ve KİK dışından Mısır) tarafından ani bir şekilde ilan edilen ambargo bölgesel siyasette devletlerin aldıkları konumları da etkilemiştir. Türkiye de hem Katar’la stratejik olarak kurduğu ortaklık hem de ambargo uygulayan ülkeler tarafından bir sebep olarak öne sürülmesi hasebiyle krizden etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Katar yanlısı ve uzlaşma odaklı bir siyaset güden Türkiye’nin bu siyasetinin temelinde Katar’la kurduğu ekonomik ilişkilerin ötesinde liderlerin kişisel ilişkileri ve politik olarak benimsenen ideolojik yaklaşımlar etkili olmuştur denilebilir. Bu ortak görüşün krizin karşı tarafında oluşturduğu intiba da gözle görülür bir şekilde fark edilmektedir. Ancak yazıda da belirtildiği üzere her ne kadar bu anlaşmazlıklar Arap Baharı protestolarının yaşandığı zamanlara kadar gitse de siyasi görüş ayrılıklarının diplomatik sorunlara dönüşmesinin ana dönüm noktası Suudi Arabistan’da Kral Abdullah’ın vefatından sonra ülkeyi de facto bir şekilde yönetmeye başlayan Muhammed Bin Selman’ın aktif siyaset hamleleriyle oluşmuştur denilebilir.

Bu noktada kriz öncesinde ve sırasında Türkiye’nin Bahreyn, BAE ve Suudi Arabistan ile git gide artan bir gerilimi göze çarpmaktadır. Katar’ın yanında ambargoya karşı stratejik bir duruş gösteren Türkiye’nin tarafsız kalmayı tercih eden Umman ve Kuveyt’le de ilişkileri ciddi bir şekilde devam etmiştir. Hatta yazıda da belirtildiği üzere Kuveyt’in bir güvenlik sağlayıcısı olarak Türkiye’nin Körfez’deki varlığından memnuniyet duyduğu söylenebilir. Kriz sonrası değerlendirme için başlıca bir yazının gerekliliğinin altını çizdikten sonra küresel sistemdeki değişimlerin Türkiye-Körfez ilişkilerini olumlu anlamda derinden etkilediğini belirtmek gerekir.

***

Editör Notu: Bu yazının devamı niteliğinde olacak ikinci yazıda ise yazar, 2022 yılı sonrasında Türkiye’nin Körfez politikasındaki dönüşümü ve değişen karşılıklı ilişkilerin sebeplerini ele alacaktır.


0 yorum

Diğer Yazılar