2022 Yılının Ekonomik Değerlendirmesi - İLKE Analiz

2022 Yılının Ekonomik Değerlendirmesi

Cengizhan Yıldırım

2022 yılı salgının ekonomik etkilerinin ortadan kalktığı fakat salgın döneminde uygulanan para ve maliye politikalarının enflasyonist etkilerinin iyice görünür hale geldiği bir dönem olmuştur. Ekonomik istikrarın sağlanacağı bir dönem olarak düşünülürken yılın hemen başında başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı bir siyah kuğu olarak bütün beklentileri bozmuştur. Savaşın etkisiyle enerji maliyetlerinin yükselmesi, 2007’den beri uygulanan genişleyici para politikasının etkileriyle birleşince baş gösteren enflasyon sorununu daha da büyümesine yol açmış ve yıl boyunca para politikası faiz oranları birçok gelişmiş ülkede enflasyon oranları %7-10 bandına yükselince beklenenden çok daha fazla artırılmıştır.

2022 yılında Türkiye açısından en önemli gelişme enflasyondaki hızlı yükseliştir. Türkiye’nin uzun bir enflasyon tarihi vardır. 1950 yılından itibaren enflasyonun en az çift hane olduğu yıl sayısı tek hane olduğu yıl sayısından fazladır. Her ne kadar 2004-2016 yıllarında enflasyon tek haneli rakamlara inse de 2017’den itibaren tekrar çift haneye yükselmiş ve Kasım-2021’den itibaren hızlı bir yükseliş periyoduna girerek 2022 yılında yüzde 85’i aşmış ve yılı yüzde 64,17 olarak tamamlamıştır.

Ekonomik aktörlerin yatırım, tüketim, tasarruf gibi kararlarında göz önüne aldıkları temel değişken fiyat olduğundan fiyatlar genel seviyesindeki bozulma iktisadi kararların da rasyonelliğini sorgulanır hale getirir. Enflasyon ayrıca gelecekle ilgili tahminleri zorlaştırdığından yatırım isteğini azaltan temel bir faktör haline gelir. Enflasyonun bir diğer önemli sonucu gelir dağılımındaki bozulmadır. Bu sebeplerle enflasyon sorunu bir ekonomide öncelikli sorun olarak ele alınmalıdır; ancak 2022 yılında fiyat istikrarı yerine büyüme, Türkiye ekonomisinde öncelikli bir hedef olarak değerlendirilmiştir.

2022 yılında fiyat istikrarı yerine büyüme, Türkiye ekonomisinde öncelikli bir hedef olarak değerlendirilmiştir.

Hanelerin geliri azaldıkça bütçe içinde gıda harcamalarının payı artmaktadır. Sadece 2022 yılında değil son yıllarda gıda fiyatlarının manşet enflasyondan daha fazla artması alt gelir gruplarının enflasyondan daha fazla etkilenmesine neden olmaktadır.

ÜFE de TÜFE’ye benzer şekilde 2021 Ekim ayından itibaren bir yükseliş eğilimine girmiş Ekim 2022’de %157,69’a ulaşmış ve sonrasında görece olarak düşerek yılı %97,72 ile tamamlamıştır. Bu yükselişte esas pay sahibi yüzde 284,99’luk yükselişle elektrik, gaz üretimi ve dağıtımı alt sektörüdür. Bu kalemdeki yükseliş 2022 yılında tüm dünyanın sorunu haline gelmiştir. Bu alt sektördeki enflasyon rakamları 2012-2022 döneminde dünya enerji fiyatlarına bağlı olarak oldukça değişken bir seyir izlemiştir.

Son yıllarda gıda fiyatlarının manşet enflasyondan daha fazla artması alt gelir gruplarının enflasyondan daha fazla etkilenmesine neden olmaktadır.

Enflasyonla mücadele için güçlü bir dezenflasyon politikası uygulamak gerekir. Bu bağlamda gelecekte dönemde fiyat istikrarının sağlanması noktasında ekonomik aktörlerin kesin bir biçimde ikna edilmesi gerekir. İkna sürecinde bağımsız ve güvenilir merkez bankalarının iletişim politikalarını etkin bir biçimde yürütmek ve dezenflasyonist sürecin mümkün olduğunca az hasarla atlatılması için kritik bir rolü vardır. 

Enflasyon çoğu zaman merkez bankaları tarafından yürütülen para politikasında yapılan hatalardan kaynaklanmaktadır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının da yasal görevi enflasyonla mücadele etmek ve fiyat istikrarını sağlamaktır. Dolayısıyla enflasyondaki gelişmelerin daha iyi analiz edilmesi için son dönemde Türkiye’de en çok tartışılan kurumlardan bir tanesi olan TCMB’ndaki gelişmelere yakından bakmak gerekir.

Her ne kadar daha önce üç merkez bankası başkanı görevden alınsa da Şahap Kavcıoğlu’nun 20 Mart 2021’de TCMB başkanı olarak atanmasından sonraki süreçte merkez bankasının bağımsızlığı daha fazla sorgulanır hale gelmiştir. Kavcıoğlu başkanlığındaki merkez bankasının önceki söylemlerinin aksine 2021’in sonunda para politikası faiz indirimlerine başlamasıyla döviz kuru ve enflasyon hızla yükselmeye başlamıştır.

TCMB 2021’in sonunda para politikası faiz indirimlerine başlamasıyla döviz kuru ve enflasyon hızla yükselmeye başlamıştır.

Para politikası faiz oranı enflasyonla mücadele önemli bir değişkendir. Faiz oranlarının yükselmesi parasal aktarım mekanizmasıyla iç talebi azaltır ve ülkeye döviz girişi sağlayarak döviz kurunun baskılanmasına neden olur. Bu her iki değişken enflasyonun düşmesine neden olur. 2022 yılında gelişmiş ülke merkez bankalarının hemen hepsi az veya çok faiz artırarak bu yola başvurmuştur.

2022’nin başında yüzde 14 olan para politikası faiz oranı Ağustos ayından itibaren düşürülerek yılı yüzde 9 ile tamamlamıştır. Enflasyonun yüzde 85 olduğu bir ekonomide para politikası faiz oranının bu kadar düşürülmesi iç talep aracılığıyla enflasyona neden olacağından merkez bankası yıl içinde sık sık yaptığı regülasyonlarla bir tür selektif kredi politikası yürütmüştür.

TCMB’nın 2022 yılına damgasını vuran bir diğer politikası “liralaşma stratejisi”dir. Liralaşma stratejisi ekonomik aktörlerin varlık ve yükümlülüklerinde TL ağırlığının kademeli bir şekilde artırılması olarak tanımlanabilir. Buradaki amaç enflasyonist ortamda dövize olan talebi azaltarak döviz kurunda istikrar sağlamaktır.

TCMB’nın “Türkiye Ekonomi Modeli” başlığı altında yatırım, istihdam, üretim ve ihracatı artırmaya dönük olarak uyguladığı düşük faiz politikasının sonuçları döviz piyasasında görülmektedir.

TCMB’nın “Türkiye Ekonomi Modeli” başlığı altında yatırım, istihdam, üretim ve ihracatı artırmaya dönük olarak uyguladığı düşük faiz politikasının sonuçları döviz piyasasında görülmektedir. 2016 yılı başında üç liranın altında olan dolar/TL kuru 2022’nin başında 13,35, sonunda 18,67 olarak gerçekleşmiştir. Döviz kurundaki bu istikrarsızlık başta maliyet artışları ve enflasyon olmak üzere yatırım, tüketim, dış ticaret gibi tüm makro iktisadi değişkenleri etkilemektedir.

Türkiye ekonomisi dış açıkları nedeniyle döviz bağımlı bir ekonomidir ve yabancı sermayeye çok ihtiyaç duyar. Yabancı yatırımcı açısından birçok değişkeni göz önüne bulundurmakla beraber en çok dikkat edilen husus yerli paranın değer yitirme olasılığıdır. Yabancı yatırımcılar nominal döviz kuru yükselişlerinden zarar ederler. Bu bağlamda Türkiye Ekonomi Modeli beklenenin aksi yönde bir sonuç doğurmuş ve döviz kurunda istikrar sağlayamamıştır.

2019 yılında yüzde 0,9 büyüyen Türkiye ekonomisi, 2020 yılında yüzde 1,8, 2021 yılında yüzde 11,4 ve 2022’nin ilk üç çeyreğinde yüzde 6,2 büyümüşken 2022’nin son çeyreğinde ekonominin yavaşlamayla birlikte Türkiye’nin yılı yüzde 5,6 civarında bir büyüme ile tamamlamıştır. 2022 yılında büyümeye özel kesim tüketimi yüzde 12, kamu kesimi tüketimi yüzde 1,1, yatırımlar yüzde -0,3 ve stok değişimi yüzde 9,6 katkı yapmıştır. Büyümenin büyük ölçüde özel kesim tüketiminden kaynaklanması enflasyonist süreci açıklamaya katkı yapmaktadır. Öte yandan yatırımların 2022’nin ilk dokuz ayında daralması büyümenin sürdürülebilirliği üzerinde soru işaretlerinin doğmasına neden olmaktadır.

2022’nin ilk dokuz aylık sonucuna göre dolar bazında GSYH 842 milyar dolar, kişi başına gelir de 9.947 dolar olmuştur.

1950’li yıllardan itibaren enflasyon sorununa eşlik eden bir diğer konu dış ticaret ve ödemeler bilançosu açıklarıdır. Bu açıklar uzun dönemde dış borç miktarının artmasına ve döviz bağımlılığına neden olmaktadır. 2022 yılında Türkiye ekonomisi 110,2 milyar dolar dış ticaret açığı ve yüksek turizm gelirlerine rağmen 48,77 milyar dolar ödemeler bilançosu açığı vermiştir. Bu açık miktarında her ne kadar altın ticareti ve enerji ödemeleri önemli bir yer tutsa da döviz kuru üzerinde baskı oluşturmaya devam etmektedir.

Türkiye’de işsizlik oranı uzun zamandır birkaç istisna ile %10 civarında seyretmektedir. 2022 yılında da işsizlik oranı %10,4 olarak gerçekleşmiştir. Düşük işgücüne katılım oranına rağmen işsizliğin %10 civarında, genç işsizliğin 19,4 ve geniş işsizliğin %21,3 olması, işsizliğin ekonomik ve toplumsal sonuçları düşünüldüğünde işsizlik Türkiye’de ivedilikle üzerine gidilmesi gereken bir konudur.

Son yıllarda işgünün milli gelir içindeki payının giderek azalması sabit ücret ve maaşla çalışanların giderek yoksullaşmasına neden olmakta ve hayat pahalılığından daha fazla şikayet etmelerine neden olmaktadır. 2019 yılında %31,3 olan işgücünün GSYH içindeki payı 2022 ikinci çeyrekte %22,6’ya kadar gerilemiştir.

Jeo-politik riskler ve gelişmiş ülke merkez bankalarının faiz artışları gelişmekte olan ülkelerin CDS’lerinde artışa neden olmuştur. CDS (Credit Default Swap–Kredi Temerrüt Takası) borçlunun borcunu ödeyememe durumun karşı sigorta primine karşılık gelir. 2018 yılından itibaren yükselen Türkiye’nin CDS primi 11 Temmuz 2022’de 883 ile zirve yapmıştır; ancak nispi gerileme ile yılı 508 ile tamamlamıştır. CDS priminin yüksek olması Türkiye’nin uluslararası piyasalardan borçlanmasında daha yüksek faiz ödemesine neden olmaktadır.

2020 ve 2021 yıllarında sadece Türkiye’de değil, hemen hemen tüm dünyada salgının ekonomik sonuçlarıyla baş etmek için genişletici maliye politikaları uygulanmıştır. Bu da kamu kesimi borçlanma gereğini artırmıştır. 2022 yılında da kamu çalışanlarının maaşlarına yapılan zamlar, enerji fiyatlarındaki artışlar ve diğer nedenlerden dolayı KİT’lere verilen sübvansiyonlar ve sosyal güvenlik kurumlarına yapılan ödemeler nedenleriyle beklentilerin üzerinde bir kamu harcaması gerçekleşmiştir. Ancak vergi gelirlerinin de beklenenden fazla olması nedeniyle 2022 yılında GSYH’nin yüzde 3,43’ü kadar merkezi yönetim bütçe açığı verilmiştir.

Sonuç olarak 2022 yılı, salgının ekonomik etkilerinin ortadan kalktığı fakat salgın döneminde uygulanan para ve maliye politikalarının etkilerinin devam ettiği bir dönem olmuştur. Ekonomik olarak istikrarın sağlanacağı bir dönem olarak düşünülürken yılın hemen başında başlayan Rusya Ukrayna Savaşı bir “siyah kuğu” olarak bütün beklentileri bozmuştur. Savaşın etkisiyle enerji maliyetlerinin yükselmesi, uygulanan genişleyici para politikasının etkileriyle birleşince baş gösteren enflasyon sorununun daha da büyümesine yol açmıştır. 2022 yılı, büyüme açsından pozitif bir yıl olmasına karşın tüm dünyada özellikle de Türkiye’de fiyat artışları nedeniyle ekonomik olarak zor bir yıl olarak değerlendirilmektedir. 2022 yılı Türkiye ekonomisinin büyümesine karşın enflasyon ve kur konusunda yaşanan sorunların derinleştiği bir yıl olmuştur.

***

Editör Notu: İLKE İlim Kültür Eğitim Vakfı’nın 2019 yılında başlattığı Alan İzleme Raporları Projesi kapsamında Doç. Dr. Cengizhan Yıldırım’ın editörlüğünde yayımlanan İktisat İzleme Raporu 2022: Türkiye Ekonomisinin Genel Görünümü raporu Türkiye ekonomisi için makro ölçekli analizler ortaya koyarak 2022 yılına dair temel bulgular saptamakta ve mevcut sorunlara dair çözüm önerileri sunmaktadır.

0 yorum

Diğer Yazılar