Küresel ekonomik sistem çoklu bir kriz döneminden geçiyor. Covid-19 süreci ve sonrasındaki gelişmeler ne kadar kırılgan bir yapı içinde yaşadığımızı yüzümüze çarptı. Ticari küreselleşme sonucunda yer değiştiren küresel üretim Avrupa’nın göbeğinde halkların en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma düşmesine sebep oldu. 1980’lerin neo-liberal dalgası etkisiyle zayıflayan sosyal devlet salgın sürecinde işini kaybeden milyonları yoksulluğa mahkum etti. İklim değişikliğine bağlı şiddeti giderek artan doğal afetlerle krizin çoklu görünümü belirginleşti.
Çoklu krize çare olarak Yeşil Yeni Mutabakat kavramı karşımıza ilk kez 2007-2008 Küresel Ekonomik Kriz döneminde çıktı. Avrupa Birliği’nin 2019’da Avrupa Yeşil Mutabakat’ını (AYM) birliğin kalkınma programı olarak duyurmasıyla kavram teoriden pratiğe geçiş yapmış oldu.
AB, AYM eliyle 2050’de iklim açısından nötr olmayı, bunu yaparken AB’yi inovasyonla en rekabetçi bölge haline getirmeyi ve bunların yanında küresel sera gazlarının azaltılmasında etkili bir oyuncu haline gelmeyi hedeflemektedir. Bu hedefler gıdadan ulaştırmaya, inşaattan enerjiye tüm sistemlerin dönüşümünü gerekli kılmaktadır. Her dönüşüm kazananlar ve kaybedenler yaratır. Enerji sistemini fosilden arındırmanın ekonomisi kömür madenciliğine bağlı bölgelerde sebep olacağı gelir ve istihdam kayıplarının AYM’nin önemli bir bileşeni olan Adil Dönüşüm Mekanizması eliyle giderilmesi amaçlanmaktadır.
AYM, sadece AB’yi ilgilendiren bir konu değildir. AYM, AB ile ticari, finansal ve siyasi ilişki içinde olan tüm ülkeleri benzeri bir dönüşüme zorlamaktadır. Bu zorlama, ticaret kanalı üzerinden gerçekleşecektir. AYM’de ticaret kanalı üzerinden bu amaçla kullanılacak iki araç bulunmaktadır. Bunlar, Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) ve Döngüsel Ekonomi Eylem Planı’dır (DEEP). SKDM, AB sınırından içeri giren kimi ithal ürünlerin içerdiği karbon yoğunluğuna bağlı olarak vergilendirilmesini; döngüsel ekonomi düzenlemeleri de AB’ye ihraç edilen ürünlerin dayanıklılık, satış-sonrası yükümlükler gibi kıstaslar üzerinden yeniden tasarlanmasını gerektirmektedir.
Türkiye, Avrupa Yeşil Mutabakatı’na Nasıl Cevap Veriyor?
Yeşil büyüme, yeşil ekonomi kavramları Türkiye iş dünyası ve bürokrasisinin gündemine ancak 2019’da açıklanan AYM’nin AB ile ticarette karşılaşılacak olası sorunların yarattığı endişe sayesinde girebilmiştir. Daha öncesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı altında daire başkanlığı düzeyinde ele alınan iklim değişikliği bakanlığın adının Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği olarak değişmesiyle bakanlık düzeyine Ekim 2021’de yükselmiştir.
İklim değişikliği ile mücadelede önemli kilometre taşlarından olan 1994 Kyoto Protokolü ve devamındaki 2015 Paris Anlaşması müzakereleri süresince Türkiye’nin aktif bir iklim ve yeşil kalkınma politikasından bahsetmek mümkün değildir. Türkiye’nin sera gazı emisyonlarındaki sorumluluk ve haklarına ilişkin tavrı nedeniyle çok değerli yıllar kaybedilmiş, 2019 AYM sonrasında gerçeklerle yüzleşilmiş, Ekim 2021’de Paris Anlaşması parlamentoda onaylanıp 2053 karbon-nötr tarihi olarak açıklanmıştır.
Türkiye AYM’nin ortaya çıkardığı riskleri alternatif bir kalkınma programının doğal sonucu olarak değil de AB’nin yeni bir ticari korumacılık girişimi olarak görmeyi tercih etmiştir. Bunun bir göstergesi, AYM’ye uyum bağlamında atılacak adımların koordinasyonunu Ticaret Bakanlığı’nın yapıyor olmasıdır. Şubat 2020’de Ticaret Bakanlığı liderliğinde çeşitli bakanlıklardan oluşan bir çalışma grubu kurulmuş ve Temmuz 2021’de Avrupa Yeşil Mutabakatı Eylem Planı (AYMEP) yayınlanmıştır.[1] Temiz ve döngüsel üretim, ulaştırma, enerji verimliliği, dekarbonizasyon vb. 9 tema altında 81 eylem belirlenmiştir. Akabinde Ekim 2021’de Türkiye Paris Anlaşması’nı parlamentoda onaylayıp 2053’ü karbon-nötr tarihi olarak açıklamıştır. Şubat 2022’de Konya’da çeşitli paydaşların katılımıyla Türkiye İklim Yasası’nın temellerini oluşturmak amacıyla İklim Şurası toplanmış ve çeşitli hedefler belirlenmiştir.[2]
Henüz karbon-nötr açıklaması yapılmadan yayınlanmış olsa da AYMEP içinde fosilden çıkışa; bahsi geçen dönüşüm sürecinden olumsuz etkilenecek kesimlerin adil dönüşümüne dair herhangi bir eylemin olmayışı en temel eksikliklerdir. İklim Şurası sırasında ilgili komisyonlarda alınan kimi kararların bir üst aşamada sonuç bildirgesinden çıkarılması (örneğin fosilden çıkış tarihi), değiştirilmesi ve hiç tartışılmamış olanların (örneğin doğalgaz keşif, üretim çalışmalarının devam edeceği vb.) eklenmesi gibi durumlar karar alma sürecini olumsuz etkilemiştir.
Fosilden ne zaman çıkılacağını taahhüt etmeyen bir iklim yasasının ciddiyeti ve inandırıcılığı sorgulanacaktır. Öte yandan yapılan bilimsel çalışmalar Türkiye’nin enerji arz güvenliğini ve ekonomik büyümesini tehlikeye atmadan 2030-2035 arasında enerji üretiminde fosilden çıkabileceğini göstermektedir.[3]
Kasım 2022’de Mısır’ın Şarm el Şeyh şehrinde toplanan 27. Taraflar Toplantısı’nda (COP27) Türkiye uzun süredir beklenen sera gazı emisyonu hedeflerini duyurdu. Buna göre herhangi bir önlem alınmamış olsaydı 2030’da 1.175 milyon tona ulaşacak sera gazı emisyonlarının yüzde 41 (500 milyon ton) azaltılarak 700 milyon tonla sınırlandırılacağı duyurulmuştur. Bu taahhüt özellikle iklim konusunda çalışan STK’lar tarafından hayal kırıklığıyla karşılanmıştır. Öncelikle oldukça fosil-yoğun bir ekonomiye sahip Türkiye’nin geçtiğimiz on yıllarda yıllık ortalama yüzde 3’lük bir artışla 2020’de 524 milyon ton sera gazı emisyonu yaptığı göz önünde bulundurulduğunda 2030’da 700 milyon tona ulaşmanın yıllık ortalamada herhangi bir değişim öngörmediği anlaşılacaktır. 2038’de 800 milyon tonla tepe yapması öngörülen emisyonların 15 yıl içinde yılda yüzde 13 gibi iddialı bir azaltım oranıyla 2053’te net sıfıra indirilmesinin pek gerçekçi olmadığını da eklemek gerekiyor. Öte yandan, climateactiontracker gibi uluslararası kurumların değerlendirmeleri Türkiye’nin açıkladığı azaltım hedefinin yüzyıl sonunda +4 derece patikasıyla örtüştüğünü göstermektedir.[4] Eğer Paris Anlaşması’nda taraf olunduğu gibi +1,5 derece hedefi tutturulacaksa bunun Türkiye için karşılığı 2030’da 300 milyon ton civarındadır ve yapılan teknik çalışmalar bu hedefin Türkiye’nin ekonomik büyüme ve enerji arz güvenliğini tehlikeye atmadan gerçekleştirebileceğini göstermektedir.[5]
Avrupa Yeşil Mutabakatı: Risk mi Fırsat mı?
Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması (SKDM) ve Döngüsel Ekonomi Eylem Planı (DEEP) Türkiyeli ihracatçıları yeşil bir dönüşüme zorluyor. AB, toplam ihracat içindeki yüzde 50 payıyla en önemli pazar konumunda. Bu pazar kaybedilmek istenmiyorsa SKDM ve DEEP kaynaklı maliyetleri asgariye indirecek bir program oluşturulmalıdır. Bunun en önemli ayağı yerli bir Emisyon Ticaret Sistemi’nin hayata geçirilmesidir.
Dünya Bankası, iklim değişikliği ile küresel mücadele için ülkelerde sera gazı emisyonlarının azaltımı çabalarına katkı sağlamak ve piyasa temelli emisyon azaltım mekanizmalarının (market-based instruments) etkin olarak kullanılmasına yönelik olarak “Karbon Piyasalarına Hazırlık Ortaklığı” (Partnership for Market Readiness – PMR) adıyla teknik destek programını 2011 yılında hayata geçirmiş, Türkiye de 2013 yılında bu programa dahil olmuştur. PMR-Türkiye 2013 yılından bu yana izleme, raporlama ve doğrulama mevzuatının uygulanması ile çeşitli karbon fiyatlandırma mekanizmalarının ekonomiye etkileri üzerine çalışmalar yürütmektedir.[6] Herhangi bir karbon fiyatlama sistemi kurmanın ilk adımı sektörlerin emisyon ölçümlerinin doğru yapılması, raporlanması ve doğrulanmasına ilişkin bir mekanizmanın kurulmasıdır. Buna ilişkin ilk adımı Türkiye 2014 yılında İzleme-Raporlama-Doğrulama (Monitoring-Reporting-Verification, İRD) Kılavuzu hazırlayarak atmıştır.[7] Türkiye Emisyon Ticaret Sistemi’nin 2024 yılında fosil-yoğun sektörleri kapsayacak şekilde uygulamaya alınması beklenmektedir. Buradan elde edilecek gelirin genel bütçeye aktarılmadan doğrudan sektörlerin yeşil dönüşümüne ayrılması finansman zorluğu çeken firmaların dönüşüm iştahını artıracaktır.
Türkiye’nin yeşil dönüşüm konusundaki isteksizliği, çevre hassasiyetinin ekonomik büyümeye engel olacağı gibi yanlış bir inanıştan kaynaklanıyor görünmektedir. Çevresel Kuznets Eğrisi hipotezi’den doğan bu anlayışa göre ekonomik büyüme için bir süreliğine çevresel bozulmalar göz ardı edilmelidir. Belli bir gelir seviyesi yakalandığında çevre kalitesinin de artmaya başlayacağı vaat edilmektedir. Yapılan ampirik çalışmalar böyle bir eşik gelir düzeyi olsa da gelişmekte olan ülkelerin bu eşiğe ulaşmalarının çok uzun yıllar alacağı, dünyamızın ise bunu daha fazla kaldıracak tahammülünün kalmadığını işaret etmektedir.
2008 Küresel Mali Krizi’ne karşı açıklanan tedbir paketleri incelendiğinde kimi ülkelerin ekonomiyi toparlamak için açıkladıkları teşvik paketlerinde çevreyi göz ardı etmedikleri görülecektir. Yeşil dönüşüme hız veren bu ülkeler ekonomik büyümeden feragat etmeden karbonsuzlaşmayı, kaynakların daha etkin kullanıldığı bir ekonomik yapıya ulaşabileceğini göstermiştir.
TÜSİAD raporunda[8] Türkiye için de benzer sonuçların geçerli olabileceği ortaya konulmuştur. Türkiye’nin sera gazı emisyonlarını fiyatlaması, bu gelirleri yeşil dönüşüm için sektörlere aktarması, aktif bir iklim politikasıyla yeşil finansmana erişiminin artması varsayımları altında mevcut büyüme patikasına kıyasla 2030’da daha yüksek bir GSYH ve ihracat rakamlarına ulaşılabileceği, sera gazı emisyonlarının ise 481 milyon tona indirilebileceği hesaplanmıştır. Türkiye’nin mevcut ekonomik büyüme patikasının ekonomik, toplumsal ve ekolojik olarak sürdürülemez olduğu ortada ve kalkınma ekonomisinin farklı bir hikayeye ihtiyacı olduğu açıktır.
Türkiye İçin Nasıl Bir Yeşil Dönüşüm Gerçekleşebilir?
Artan iklim felaketlerinin yarattığı ekonomik ve toplumsal sorunlar insanlardaki iklim farkındalığının artmasına ve siyasetten beklentilerinin değişmesine sebep olmaktadır. AB, kendisi için oldukça maliyetli ve zorlu bir süreci öngören Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı bir zorunluluk olarak ilan etmek durumunda kalmıştır. Değişen şartlar ABD, Çin ve Japonya gibi büyük ekonomilerde de benzer yönelimlere hız kazandırmıştır.
2008 krizi sonrası uygulanmaya konulan teşvik programlarından edinilen önemli bir deneyim ekonomiyi kurtarırken doğayı göz ardı etmemenin iyi sonuçlar doğurduğu gerçeğiydi. Nitekim AB, Çin ve ABD gibi ülkeler daha o zamandan topyekün sektörleri desteklemekten ziyade seçici teşvik programları ile ekonomik büyümeyi kirlilikten ve sera gazlarından ayrıştırmaya başladılar. 2009’da verilen destekler sayesinde Çin bugün güneş teknolojilerinde; ABD batarya ve elektrikli araba sektörlerinde lider ülkeler haline geldi.[9] Benzeri bir yarış bugün temiz enerji kaynağı olarak kabul edilen hidrojende yaşanıyor. AB Horizon vb. programlar kapsamında çok ciddi bir AR-GE desteğiyle temiz hidrojeni fosil yakıtlara alternatif olacak bir fiyata üretmenin yolları aranıyor. Covid-19 aşısının geliştirilmesi sürecinde de görüldüğü gibi ciddi miktarda bir AR-GE bütçesi ve destekleyici bir siyasi (kurumsal) ortam içinde çok hızlı sonuçlar alınabiliyor. Bunun temiz hidrojen için de böyle olmaması için bir sebep yok.
Temiz üretim teknolojilerinin ve temiz yakıtların geliştirilmesi süreci yeşil inovasyonun genişlemesine, o da beraberinde bugün gündemde olmayan (olumlu, olumsuz) nice gelişmelerin yaşanmasına sebep olabilir. İklim ve doğayla uyumlu ürün, süreç, teknoloji ve yakıt araştırmaları bugün emekleme aşamasında; tıpkı internet teknolojilerinin 2000 başlarındaki hali gibi. O günlerde, 2022’de dünyanın en zengin iş insanları listesinin tepesinde bilgisayar ve internet teknolojilerini kullananların olacağı söylense kimse ciddiye almazdı herhalde. Temiz teknoloji/enerji girişimleri 2020’lerin interneti olabilir mi göreceğiz.
2050’de iklim-nötr bir kıta olma hedefinin AB için aynı zamanda teknoloji ve ekonomideki küresel gücünü tahkim etmesi anlamına geldiği not edilmelidir. O zaman soru, Sanayi Devrimi’ni kaçıran Türkiye’nin bu sefer ne yapacağı? AYM Türkiye’yi ister istemez bir dönüşüme zorlayacak, ama bunu bir fırsat olarak görmek de mümkün.
Yeşil teknoloji devrimi dünyada artan kamu ve özel sektör destekleriyle yavaş yavaş gerçekleşiyor. 1994 Türkiye-AB Gümrük Birliği Anlaşması Türkiye’nin ihracat kompozisyonunu düşükten orta teknoloji düzeyine nasıl çıkarmışsa, AYM’ye uyum bağlamında Türkiye’de uygulanacak bir yeşil dönüşümün küresel düzlemde gerçekleşmekte olan yeşil teknoloji/enerji devrimine Türkiye’yi eklemleyebilir. Yenilenip eksiklikleri giderilmiş bir eylem planı, inandırıcılığı sağlanmış bir iklim yasasıyla 2053 karbon-nötr hedefine odaklanmak Türkiye’nin çıkarınadır.
Bütünlüğü ve yürütücüsü açık bir biçimde belirlenmiş Türkiye Yeşil Mutabakatı Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve çevresel ihtiyaçlarına eşanlı cevap verebilecek tek alternatiftir. Bu dönüşüme daha erken başlamış AB deneyimi çok değerlidir. Son yıllarda AB ile sönümlenmiş siyasi görüşmeleri canlandırmak için AYM’ye uyum yolunda yeşil dönüşüm iyi bir başlangıç noktası olabilir.[10]
Yeşil dönüşümde yapılacak ilk iş zaten 2015 yılından beri belli bir düzeyde hazırlığı yapılmış Türkiye Emisyon Ticaret Sistemi’nin hayata geçirilmesidir. AB, Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) ile imalat sanayii ve elektrik sektöründe büyümeden feragat etmeden emisyonları azaltmayı bu sistemle başarmıştır. Türkiye İzleme-Raporlama-Doğrulama sistemi 2017’den bu yana AB ETS ile birebir uyumlu biçimde termik santraller, petrol rafineleri, kâğıt, kimyasal, demir-çelik, alüminyum, çimento/cam/seramik üreten tesislerin emisyonlarını kayıt altına almaktadır. Bu tesislerin yer aldığı sektörler itibariyle 2018’de yaptıkları emisyonların toplamı 266 milyon ton CO2e’dir.
Yerli Emisyon Ticaret Sistemi’nde geçerli fiyat 30 Euro kabul edildiğinde 2018’deki emisyonlar üzerinden bu 6 sektörün karbon maliyetleri şekilde görüleceği üzere toplamda 8 milyar avroyu bulmaktadır. Yerli ETS, emisyonlarıyla bağlantılı olarak Elektrik ve Çimento/Cam/Seramik grubuna ciddi bir maliyet çıkaracağı görülmektedir.
ETS deneyimi Türkiye açısından da önemli dersler barındırmaktadır. AB-içi tesislerden toplanan paralar alındıkları ülkelere en azından yüzde 50’si yeşil dönüşüme harcanması koşuluyla iade edilmektedir. Ancak üye ülkelerin bu kaynakların ortalama yüzde 70’ini bu işe harcadıkları görülmüştür. Bu da uygulamanın gerekli motivasyonları barındırdığına işaret etmektedir. Türkiye Emisyon Ticaret Sistemi’nde de benzer bir uygulamaya gidilebilir ve tüm paydaşların katılımıyla belirlenecek bir oranda tesislere yeşil dönüşüm şartlı iade yapılabilir.
2030-2035 arasında Türkiye’nin fosilden çıkacağını beyan etmesi ekonomik aktörler için güçlü bir sinyal olacaktır. Salgın ve son olarak Ukrayna-Rusya savaşı fosil enerjiye bağımlılığın ne kadar riskli olduğunu açıkça göstermiştir.
Sonuç ve Değerlendirme
Türkiye’nin yeni bir sanayi politikasına ihtiyacı vardır. Türkiye 21. yüzyılda hangi ürünlerle küresel piyasada rekabet etmelidir sorusu önemlidir. Hurda demiri yurtdışından, kullandığı elektriği yine ithal kömür ve doğalgazdan karşılayan demir-çelik sektörünün ihracatını artırıyor olmasının sağlıklı bir düzlemde değerlendirilmesi gerekmektedir. Aynı durum diğer kirletici ve enerji-yoğun sektörler için de geçerlidir. Desteklenecek sektörler belirlenirken ekonomik katkıları kadar çevresel ve toplumsal etkileri de göz önünde bulundurulmalıdır.
Türkiye imalat sanayinin omurgasını oluşturan KOBİ’lerin yeşil dönüşümünü hızlandıracak düzenlemeler acilen yapılmalıdır. Yeşil dönüşüm maliyetli bir iştir ve bu iş için yeşil iklim fonlarına erişebilmek önemli hazırlıkları gerektirmektedir. Birçok KOBİ’nin uluslararası geçerliliği olması gereken raporlama, doğrulama vd. faaliyetleri için yeterli finansal ve yönetsel kapasitesi bulunmamaktadır. Yeşil fonlara erişim önündeki bu engeller ülke düzeyinde ele alınmalıdır.
Avrupa Yeşil Mutabakatı Türkiye ekonomisi için bir risk olmakla birlikte ekonomide aranan yeni hikâye için önemli bir motivasyon kaynağı olabilir. 1995 tarihli AB-Türkiye Gümrük Birliği Anlaşması da kısa vadede kimi sektörleri olumsuz etkilemiş olsa da süreç içerisinde AB ile artan ticaret Türkiye ihraç ürünlerinin teknoloji düzeyini düşükten orta seviyeye çıkarmayı başarmıştı. Bugün bu zorlayıcı faktör AYM olarak karşımızda duruyor. Dünyada temiz teknolojiler, temiz yakıtlar ve eko-inovasyon hızlanırken Türkiye’nin de bu yönelime uyum sağlaması uzun vadede en gerçekçi ve ideal bir seçenektir.
***
Editör Notu: Bu metin İLKE Vakfı İslam İktisadı Araştırma Merkezi (İKAM) tarafından yayımlanan “Türkiye’de Yeşil Ekonomi: Dönüşüm İçin Bir Yol Haritası” raporundan alınmıştır. Türkiye’de Yeşil Ekonomi Raporu’nun tamamına buradan erişebilirsiniz.
[1] T.C. Ticaret Bakanlığı (2021) https://ticaret.gov.tr/dis-iliskiler/yesil-mutabakat/yesil-mutabakat-eylem-plani-ve-calisma-grubu
[2] İklim Şurası. (2022). Komisyon tavsiye kararları. https://iklimsurasi.gov.tr/sayfa/sonuc-bildirgesi
[3] Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği. (2021). Karbon nötr Türkiye yolunda ilk adım: Kömürden çıkış 2030. https://sefia.org/arastirmalar/karbon-notr-turkiye-yolunda-ilk-adim-komurden-cikis-2030/
[4] Climate Action Tracker. (t.y.). Turkey. Erişim adresi: https://climateactiontracker.org/countries/turkey/
[5] İstanbul Politikalar Merkezi. (2021). Türkiye’nin karbonsuzlaşma yol haritası 2050’de net sıfır. https://ipc.sabanciuniv.edu/Content/Images/CKeditorImages/20211103-19115588.pdf
[6] Bu raporlara https://pmrturkiye.csb.gov.tr/pmr-turkiye-raporlar/ linkinden ulaşılabilir.
[7] Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı. (t.y.). Paris Anlaşması. 26 Ocak 2023 tarihinde https://iklim.gov.tr/ paris-anlasmasi-i-34
[8] Yeldan, E., Acar S. ve Aşıcı, A. A. (2020). Ekonomik göstergeler merceğinden yeni iklim rejimi. İstanbul: TÜSİAD. Https://Tusiad.Org/Tr/Yayinlar/Raporlar/İtem/10633-Ekonomik-Gostergeler-Merceginden-Yeni-İ-Klim-Rejimi-Raporu
[9] Aşıcı, A. A. ve Özenç, B. (2020). Salgın sonrasında enerji dönüşümü ile sürdürülebilir büyüme. İstanbul: SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi. https://www.shura.org.tr/wp-content/uploads/2021/03/Salgin_sonrasinda_ enerji_donusumu.pdf
[10] Acar, S. ve Aşıcı, A. A. (2022). Towards a green deal in Turkey. potentials of EU-Turkey cooperation on the green transition. The Greens/EFA in the European Parliament. https://lagodinsky.de/wp-content/uploads/2022/02/2021-12-TowardsAGreenDealInTurkey.pdf