Türkiye’de Şehirleşme ve İmar: Mevcut Durum ve Sorunlar - İLKE Analiz

Türkiye’de Şehirleşme ve İmar: Mevcut Durum ve Sorunlar

Gökhan Tuncel

* Bu yazı yazarın Toplumun Görünümü 2023: Kent ve Konut Raporu’ndaki uzman görüşü yazısından alınmıştır.

Şehirler, birincil ilişkilerin hâkim olduğu, toprağa bağlı, kapalı ekonomik yapının bulunduğu kırdaki küçük ölçekli toplumsal yapılardan daha karmaşık ilişkilere sahiptir. İş bölümü, uzmanlaşma, nüfus artışı ve mekânsal genişleme, şehirdeki toplumsal yaşamın meşruiyetini pozitif hukuk kurallarından alan ikincil ilişkiler ile bu ilişkilere dayanan kural ve kurumlar üzerinden sürdürülmesini beraberinde getirmiştir. Ancak şehirleşme ve şehirlileşme süreçlerinde yaşanan farklılıklar ile olağandışı hadiseler, pozitif hukuk kurallarının etki düzeyinde farklılaşmaya neden olabilmektedir. Az gelişmiş veya gelişmekte olan toplumlarda yaşanan hızlı ve kitlesel göçler, şehirlerdeki yapılaşma başta olmak üzere, toplumsal ilişkilerin pozitif hukuk kuralları yerine farklı dinamikler ve ilişkiler üzerinden şekillenmesine zemin hazırlamıştır.

Kırdan şehre, doğudan batıya, güneyden kuzeye, az gelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere yönelik kitlesel göç, dünyanın birçok yerinde şehirlerde yaşayan insan sayısını hızla artırmıştır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, şehre göçen kitlelerin asli ihtiyaçlarını karşılamada kamu otoritesi yetersiz kalmıştır. Kamu otoritesinin bu yetersizliği, şehirlerde plansız ve kaçak yapılaşma başta olmak üzere, toplumsal ilişkileri olumsuz yönde etkileyecek birçok karmaşık sorunun ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Göçle gelen kitleler, yeni yaşam alanı olan şehre uyum sağlamak yerine, eski yerleşim yerlerindeki alışkanlıklarını şehirde sürdürmeye çalışmıştır. Ayrıca, kamu otoritesinin göçle gelen kitlelerin ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalması, bu insanların hayata tutunabilme adına gerekli ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, yasal olmayan yollar da dâhil, her türlü girişim içerisinde bulunmasına neden olmuştur.

Piyasa aktörleri karşısında yalnız bırakılan kitleler, çoğunlukla kendi başının çaresine bakmış veya akrabalık, hemşerilik ve cemaatsel ilişkiler üzerinden kurduğu yapılar aracılığıyla hayata tutunmaya çalışmıştır. Başta barınma olmak üzere, hayati birçok ihtiyacını kendisi karşılamak zorunda kalmıştır. Bu ihtiyaçlarını kendisi karşılamak durumunda kalan kitleler, bilim, yasa ve tecrübe gibi kaynakları pek dikkate almamıştır. Şehir merkezinin çeperlerinde boş buldukları yere kısa süre içerisinde evlerini inşa etmiştir. Evin inşa edildiği yerin imar durumu, coğrafi konumu ve durumu, evin mimari projesi, inşaatta kullanılan malzemenin kalitesi, inşaatın ehli tarafından yapılması, gerekli denetim süreçlerinin işletilmesi vb. durumların hemen hiçbirini dikkate almamıştır. Bu olumsuzluklar, temsili demokrasideki popülist siyasetin ürünü olan imar aflarıyla birleşince şehirler, içinden çıkılması zor sorunlarla yüz yüze kalmıştır. Ayrıca, dünyada yaşanan ekonomik, siyasal ve sosyal krizlerin neden olduğu göçler, şehirlere yönelen insan sayısını artırmaya devam ettirdiği için şehirlerdeki sorunlar daha da artmış, daha karmaşık hâle gelmiştir. Büyük şehirler başta olmak üzere, birçok şehirde bir taraftan plansız ve kaçak yapılardan oluşan gecekondu bölgeleri ortaya çıkarken, diğer taraftan şehirlerin eski merkezlerindeki terkler bu bölgeleri çöküntü alanına dönüştürmüştür. Ayrıca, planlı yapılaşmanın bulunduğu bölgelerde mukavemeti düşük yapı sayısının artması, yaşanan her deprem sonrasında yapı stokunun yenilenmesi mevzusunu gündeme getirmiştir.

Şehirde yaşamını sürdüren insanlar, hayatın rutin akışı içerisinde çarpık yapılaşmadan kaynaklanan birçok sorunla karşılaşmaktadır. Çoğu zaman, bu sorunların ortaya çıkışında kendisine bakan yönünü görmezden gelen bu insanlar, karşılaştığı bu sorunlardan dolayı yetkililere tepki göstermektedir. Oysa, doğal ve yapay birçok olağandışı hadisenin afete dönüşmesinde, yetkililerle birlikte kendilerinin de payı olduğunu kabullenmek durumundadır. Sel, su baskını, yangın ve deprem gibi olağandışı hadiseler, başta plansız çarpık yapılaşma dâhil birçok sorunun kamuoyu tarafından daha fazla gündem edilmesine aracılık etmiştir. Bu tür olağandışı hadiseler sonrasında şehir hayatında yaşanan birçok soruna yönelik yerel ve geçici bazı iyileştirmeler yapılmıştır. Ancak 1999 Gölcük, 2011 Van, 2020 Elazığ ve 2023 Kahramanmaraş depremleri, şehirlerdeki imar planları ve uygulamaları ile yapılaşma süreçlerinin daha kapsamlı ve daha bütüncül bir yaklaşımla yeniden gündeme alınmasını sağlamıştır. Depremde yaşanan can kaybı sayısı ve yıkım düzeyi, şehirlerdeki yapılaşmaya dair iyileştirme çalışmalarının düzeyini belirlemiştir.

6 Şubat depremleri sonrasında, depremden etkilenen yerleşim birimleri başta olmak üzere, ülkedeki yapılaşmanın bilimsel veriler esas alınarak planlanacağı ve sürdürüleceği yetkililer tarafından belirtilmiştir. Ancak zaman geçtikçe, toplumsal, ekonomik ve siyasal gerçeklikler, bilimsel verileri asli belirleyici kaynak olmaktan yeniden çıkarmıştır. Yaşanan daha önceki depremlerin ardından, planlama ve uygulamaya yönelik söylem ile eylem arasındaki farklılıklar ile bu süreçte bütünsel yaklaşım yerine parçalı politikaların tercih edilmesi, daha önceki birçok hata ve yanlışın tekrar edilmesini beraberinde getirmiştir. Bu olumsuz durum, 6 Şubat depremleri sonrasında yapılaşma faaliyetlerine yönelik endişeleri artırmaktadır.

Türkiye’de Yapılaşma Süreçlerinde Öne Çıkan Hususlar

Şehirler, kural ve kurumların belirleyiciliğinde yaşamın sürdürüldüğü yerleşim birimleridir. Şehirdeki fiziki yapılaşmanın nasıl gerçekleşeceği, şehir planlarıyla belirlenir. Şehir planları; coğrafi, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal birçok unsuru bünyesinde barındıran bütüncül çalışmalardır. Birbirleriyle etkileşim hâlindeki bu unsurlarla birlikte, bütünsellik ve öngörülebilirlik ilkeleri de dikkate alınarak hazırlanan planlar, şehirde güvenli ve istikrarlı bir yaşam için gerekli fiziki, yasal ve işlevsel bir zemin oluşturmayı hedeflemektedir.

Cumhuriyetin kuruluşu sonrasında, kırdan şehre, doğudan batıya doğru yaşanan göç, 1950 sonrasında hızlı ve sürekli hâle gelmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında, ülke nüfusunun genelini kırda yaşayanlar oluştururken, 2000’li yıllara gelindiğinde nüfusun büyük bir kısmı şehirlerde yaşamaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, birçok şehir için imar planı hazırlanmıştır. Ancak 1950 sonrası yaşanan yoğun göçler, bu planları uygulanabilir olmaktan çıkarmıştır. Özellikle büyükşehirlere göçen insanların, barınma başta olmak üzere birçok temel ihtiyacını karşılamada merkezi ve yerel idare yetersiz kalmıştır. Şehirlere yönelen hızlı ve kitlesel göçün belli bir plan ve program kapsamında karşılanamaması, plansız ve kaçak yapılaşmayı artırmıştır. Gecekondu kavramıyla ifade edilen kaçak ve plansız yapılaşma, karmaşık birçok sorunu beraberinde getirmiştir.

Siyasal iktidarlar, bu sorunla gerçek anlamda yüzleşmek ve bu soruna yönelik köklü çözümler bulmak yerine, sorunu daha fazla yaygınlaştırıcı ve derinleştirici kararlar almayı yeğlemiştir. Gecekondu tipi yapılarda yaşayan kitlelerin desteğini alabilmek için belirli aralıklarla imar affı çıkarılmış ve bu yapılar resmiyette kaçak olmaktan kurtarılmıştır. Ancak çıkarılan her imar affı, insanların daha çok sayıda ve daha geniş alanda plansız ve kaçak yapı inşa etmesine zemin hazırlamıştır.

Göç sonrası plansız ve kaçak yapılaşmanın yaygınlaştığı şehirler, şehirlilik bilinç ve kültürüne sahip olmayan çok sayıda insana ev sahipliği yapmıştır. Kırdan şehre göçen esnaf ve serbest meslek sahibi birçok kişi, yerel siyasetteki etkisini artırmıştır. Hayatlarını iktidar ilişkileri bağlamında şekillendirmek durumunda kalan bu insanlar, şehirlerin fiziki yapısı başta olmak üzere, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yapısı üzerinde de söz sahibi olmaya başlamıştır. Yaşadıkları şehri kendileri için bir iktidar alanı gören bu insanlar için rant, kısa süre içerisinde kendilerine iktidar alanı açmanın ve bu alanı genişletmenin etkili aracı olmuştur. Yerel veya merkezi iktidar sahiplerinin şehirle ilişkisini rant üzerinden kurma bahtsızlığı, yapılaşma başta olmak üzere şehir hayatına dair birçok önemli soruna kaynaklık ve aracılık etmiştir.

Yerel veya merkezi iktidar sahiplerinin şehirle ilişkisini rant üzerinden kurma bahtsızlığı, yapılaşma başta olmak üzere şehir hayatına dair birçok önemli soruna kaynaklık ve aracılık etmiştir.

İmar planları hazırlanırken, bilimsel veri ile tarihî tecrübe yerine karar vericilerin ekonomik kaygıları daha belirleyici olmuştur. Birçok şehirde yapılaşma alanı tercihinde doğal koşullar ile tarihsel geçmiş dikkate alınmamıştır. Ortalamanın üzerine çıktığı varsayılan her doğa olayının şehirlerde afet etkisi yapması, yerleşim yeri seçiminde bilimsel veri ile tarihî tecrübenin çok fazla dikkate alınmadığı gerçeğini her seferinde açıkça göstermiştir.

Yerleşim yeri seçiminde olduğu gibi, yapılaşma sürecinin kim tarafından nasıl planlanacağı, mimari planlamanın kim tarafından nasıl yapılacağı ve yapının kim tarafından nasıl inşa edileceği; bu süreçlerin kim tarafından nasıl denetleneceğine dair süreçlerde, hayatının merkezinde rant yer alan insanlar belirleyici olmuştur. Plansız ve kaçak yapılaşma süreçlerinde olduğu gibi, planlı yapılaşma süreçlerinde de rantsal ilişkilerin önemli etkisi söz konusudur. İmar planlarında revizyona gidilmesi, planlarda belirlenen inşaat yoğunluğu ile kat sayısının artırılması gibi uygulamalara sıklıkla başvurulması, şehirlerdeki planlı yapılaşma alanlarında rantsal ilişkilerden kaynaklanan birçok sorunu ortaya çıkarmıştır.

Rant ekonomisinin şekillendirdiği şehirlerde insan hayatı, beton ve asfalt arasına sıkıştırılmıştır. İnsan yaşamı için yeterli düzeyde olmasa da, imar planlarında yer alan yeşil alanlar ile sosyal donatı alanları da çoğu zaman farklı yöntemlerle yapılaşmaya açılmış; yapılaşmaya açılmayan yeşil alanlar ile sosyal donatı alanları da çeşitli yol ve yöntemlerle işlevsizleştirilmeye çalışılmıştır. Başta yeşil alan olarak ayrılan alanlarda yürütülen mimari uygulamalar, bu alanları işlevsiz beton, demir ve kalas yığınlarıyla doldurmuştur. Yerel yönetimlerle piyasa aktörleri arasındaki resmî veya gayri resmî çıkar ilişkileri, şehir yaşamındaki birçok alanda olduğu gibi yeşil alanların da halka hizmet yerine ranta kurban gitmesine ve amaç dışı kullanılmasına neden olmuştur.

Göçle şehre gelen ve hızla zenginleşmek isteyen birçok kişi, inşaat sektörüne girmiş ve müteahhitlik yapmaya başlamıştır. Şehirle rant ilişkisi dışında bir bağı bulunmayan müteahhitler, etki alanını yapı inşa sürecinin de ötesine taşımıştır. Yerel yönetimlerin karar alma süreçlerinde etkili olan müteahhitler, imar planlarının hazırlanması, bu planların uygulanması ve yapılaşma ile ilgili alınan kararlarda belirleyici bir aktör hâline gelmiştir. Kısacası, şehirlerdeki yapılaşma rant ilişkileri bağlamında şekillenmiş, müteahhitlere emanet edilen şehirler ranta kurban edilmiştir.

İnsanların konut talebi, konuttan beklentisi ve konut anlayışı, ekonomik ve sosyal yapıdaki değişime bağlı olarak hızlı bir dönüşüm yaşamıştır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, şehirlerde mekânsal ayrışmanın yeni formlar almasını beraberinde getirmiştir. Bir tarafta gecekondu bölgeleri ile şehirlerin eski merkezlerindeki çöküntü alanlarda yaşam savaşı veren aileler yer alırken; diğer tarafta, bireysel yaşamın yaygınlaştığı stüdyo daireler ile çoğu odası kullanılmayan, lüks ve geniş evlerin bulunduğu güvenlikli sitelerde çevresine yabancılaşan insanlar bulunmaktadır. Gecekondu bölgeleri ile çöküntü alanlarında yapılan ranta dayalı kentsel dönüşüm uygulamaları, etkili bir soylulaştırma faaliyetine dönüşmüştür. Bu soylulaştırma projeleri ile bu bölgelerde yaşayan insanlar, yaşadıkları yeri yeni mukimlere terk etmek durumunda kalmıştır.

Gecekondu bölgeleri ile çöküntü alanlarında yapılan ranta dayalı kentsel dönüşüm uygulamaları, etkili bir soylulaştırma faaliyetine dönüşmüştür.

Sermayenin şekillendirdiği şehirlerde, bir taraftan doğal olan ihmal edilirken; diğer taraftan, tarihsel ve toplumsal hafızanın oluşumu ve aktarımı engellenmiştir. Şehirlerde bir yandan yeni yerler yerleşime açılırken, diğer yandan eski yerleşim yerlerindeki çöküntü alanları ile gecekondu bölgeleri kentsel dönüşüm projeleriyle ıslah edilmeye çalışılmıştır. İnsanı doğadan ve kendi hemcinsinden olabildiğince uzak tutan yapılaşma süreçlerinin tamamında, rant asli belirleyici unsur işlevi görmüştür. Planlı ve yasal bir zeminde yürütülen bu yapılaşma süreçlerinde doğal çevre ile tarihî birikim dikkate alınmamış; yatay mimari yerine dikey mimari, sosyal yapı yerine ekonomik kaygının öne çıkartıldığı tip projeler hayata geçirilmiştir.

Genel Değerlendirme ve Sonuç

Yerleşim yeri seçiminde fiziki koşullar, iklimsel özellikler, depremsellik vb. durumlar ile ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmeleri de dikkate alan çok boyutlu ve uzun vadeli planlamalar; öngörebilirlik veya önleyebilirlik düzeyi yüksek, dirençli ve aynı zamanda merhametli şehirlerin kurulmasına zemin hazırlayacaktır. Birbirine yakın tarihlerde büyük ölçekli, yıkıcı birçok depremin yaşandığı bir coğrafya olmasına rağmen, Türkiye’nin yapılaşma süreci bilimsel veriler ile tarihsel yaşanmışlıklar üzerine kurgulanmamış ve bu şekilde sürdürülememiştir. Eski yerleşim yerleri ile ticaretin kalbi konumundaki şehir merkezlerinde yapılan ıslah çalışmaları, makyajla göz boyama çabasının ötesine geçememiştir. Bu durum, 6 Şubat depremlerinde şehir merkezi bütünüyle yıkıma uğrayan Malatya, Hatay ve Adıyaman’da kendisini net bir şekilde göstermiştir.

Şehirlerde imara açılan yeni yerleşim yerlerinin tespitinde de bilimsel verilerden çok rantsal ilişkilerin belirleyici olduğu, yaşanan afetlerle birer birer gün yüzüne çıkmaktadır. Ormanların, tarım arazilerinin, sel yataklarının, fay hatlarının veya zemin sıvılaşmasının bulunduğu birçok alanın imara açılması, olağandışı her hadisede çarpan etkisi yapmıştır. Ayrıca, yerel yönetimler yeterli miktarda arsa üretmek yerine, arsa üretiminde olabildiğince cimri davranmış; rant ekonomisinin merkezinde yer alan dikey mimarinin yaygınlaşmasına destek olmuştur. Destek olduğu bu dikey mimarinin inşa sürecinde, denetim görevi başta olmak üzere üzerine düşen sorumlulukları layıkıyla yerine getirmemiştir. 6 Şubat depremlerinde çok katlı birçok yeni yapının yıkılması veya ağır hasar alması da bu durumu bir kez daha göz önüne sermiştir.

Yaşanan her afet sonrasında, iktidar sahipleri fıtrata daha uygun yatay mimarinin yaygınlaştırılması gerektiğinden dem vurmuştur. Ancak uygulamaya bakıldığında, dikey mimariyi geriletme konusunda pek de başarılı olamadıkları ortaya çıkmıştır. “Asrın felaketi” olarak nitelendirilen 6 Şubat depremleri sonrasında birçok şehirde TOKİ tarafından on binlerce konut inşa edilmektedir. Bu konutların planlanmasında, yer seçiminde, kat yüksekliği ile inşaat yoğunluğunun belirlenmesinde, yeşil alan ve sosyal donatı yapıları için alan tahsisinde; bilimsel verilerin, tarihî tecrübelerin ve sosyal çevrenin özelliklerinin belirleyiciliği söz konusu olmamıştır. Gecekondu inşa eden insanın içinde bulunduğu olağandışılık ile afet sonrası konut inşa eden TOKİ’nin içinde bulunduğu olağandışılık hiç değişmemiştir; her ikisinde de zamana karşı bir yarış söz konusudur. TOKİ’nin inşa ettiği yapıların sağlamlığı, bu afetlerde bir kez daha müşahede edilmiştir. Ancak unutulmamalıdır ki inşa edilen sıradan bir yapı değil, yuvadır. Sosyal ilişkileri ve kültürü ihmal eden bir anlayışın yuva inşa etmesi mümkün değildir.

0 yorum

Diğer Yazılar

Yorum yap