Cumhuriyet’in Yüzüncü Yılında Türkiye’de Değişen İç Göç ve Hareketlilik Örüntüleri - İLKE Analiz

Cumhuriyet’in Yüzüncü Yılında Türkiye’de Değişen İç Göç ve Hareketlilik Örüntüleri

Cenk Beyaz

* Bu yazı yazarın Toplumun Görünümü 2023: Kent ve Konut Raporu’ndaki uzman görüşü yazısından alınmıştır.


Türkiye, Cumhuriyet tarihiyle sınırlanamayacak biçimde hareketliliğin gerçekleştiği bir coğrafyada yer alır. Bu anlamda Osmanlı döneminde, ağırlıklı olarak savaş, afet, hastalık ve benzeri sebeplerle gerçekleşen göç, muhaceret ve gurbet gibi hareketlilik biçimleri, yeni kurulan ulus devlete miras kalmıştır. Türkiye, sahip olduğu jeopolitik konumun etkisiyle, ülkeler arasındaki insan hareketliliğine muhatap olmaya devam eden bir ülkedir. Bu bağlamda, ülke sınırları dışından Türkiye içine, Türkiye’den başka ülkelere, başka ülkelerden daha başka ülkelere geçiş amacıyla Türkiye’nin transit ülke durumuna gelmesi biçimlerinde uluslararası göç örüntülerine sahip olan Türkiye’nin, iç göç hareketliliği ve kır ile kent alanları arasında süreç içerisinde değişen hareketlilik biçimlerine odaklanılacak bu metinde, Türkiye sınırları dahilinde vuku bulan yer değiştirmeler üzerinde durulacaktır.

Cumhuriyet’in kuruluşu itibarıyla, tek parti yönetiminin etkin olduğu dönemlerde, ülke içinde hareketliliğin çok görülmediği; aynı zamanda kırdan kente ve kentten kente hareketliliklerin kitlevi bir hal almadığı bilinmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, birçok ülkede çok partili siyasal hayata geçilmesi, Türkiye’de de etkilerini göstermiştir. Tek parti yönetiminde ülke içi hareketliliğin pek fazla istenmemesi durumu bu dönemde değişmiş; yeni kurulan ulus devletin başkenti Ankara’ya verilen ağırlık, İstanbul’a doğru kaymaya başlamıştır. Bunda Demokrat Parti politikalarının etkisi olmakla beraber, İstanbul’un tarihi, kültürel arka planı ve istihdam piyasalarının da etkisi büyüktür.

1950’lerden itibaren kırdan kente, daimi ve geçici insan hareketliliklerinin artması gerçeğinin yanı sıra, 1961 Anayasası’nın sağladığı görece özgür ortam da hareketliliklere imkân tanımıştır. Almanya başta olmak üzere bazı Avrupa ülkeleriyle yapılan iş gücü anlaşmaları neticesinde, başta dönüşümlülük (rotation) ilkesiyle geçici niyetlerle olmak üzere, kalıcı biçimlerde başka ülkelere gidilmiştir. Bunun gerçekleşebilmesi, ülkeler arasındaki ikili anlaşmalar ve Anayasa’nın yurt dışına çıkışı mümkün kılan maddeleri ile mümkün hâle gelmiştir. O yıllardan itibaren yurt dışına yönelen insan hareketliliği, planlanmamış olsa da, ülke içinde bir iç göç hareketliliğine de sebebiyet vermiştir. Öyle ki, o yıllarda yurt dışına gitmek istendiğinde İstanbul’a gelmek elzemdi. Kimi zaman yurt dışına gidemeyenler için yeni bir mekân, kimi zaman ise yurt dışına gidip de geri dönüldüğünde bir yaşam alanına dönüşen İstanbul, o tarihlerden itibaren artan oranlarda göç almıştır. İletişim imkânlarının her geçen gün artması ve sosyal-psikolojik sebeplerle insanlar, kendileri ve aileleri için —hiç de rasyonel olmasa bile— merkezde bulunma arzu ve ihtiyaçları açısından İstanbul’da hayatlarını sürdürmeyi tercih etmektedirler.

Öyle ki, o yıllarda yurt dışına gitmek istendiğinde İstanbul’a gelmek elzemdi. Kimi zaman yurt dışına gidemeyenler için yeni bir mekân, kimi zaman ise yurt dışına gidip de geri dönüldüğünde bir yaşam alanına dönüşen İstanbul, o tarihlerden itibaren artan oranlarda göç almıştır.

Türkiye için genel itibarıyla, kırın itmesi-kentin çekmesi sebepleriyle kırdan kente hareketlilik örüntüsü yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Türkiye’deki iç göç literatürü, Marshall yardımları ile köye traktörün girmesi, iş gücü fazlalığının ortaya çıkması, arazinin yeterli olmaması, kırda geçim, sağlık, eğitim vb. imkânların yeterli olmaması gibi sebeplerle kırdan kente doğru hareketliliğin çoğu durumda aslî mekânın terk edilmesi ile sonuçlanan bir hedefe varış ve terk ediş hikâyesi olarak süreci okumayı tercih etmiştir. Kaynaktan hedefe gidiş çoğu kez aslî olan yeri terk etmeyi gerekli kılsa da, bu türden gidişler geçmiş, hatıra, hafıza ile irtibatın yok olmasına engel olamamıştır. Bu bağlamda, Türkiye’deki iç göç örüntüsünde göçün yanı sıra gurbet kavramını da kullanmak gerekli olabilir. Zira kırın tamamen terk edilmesi gibi bir durumun büyük ölçüde gerçekleşmediği, diğer yandan kırsal alanın bütün özellikleriyle aslî mekân olma durumunun da kalmadığı bilinmektedir. Dolayısıyla kırsal alan ve köylülük, tamamen ortadan kalkmak yerine, aile üretim birimi özelliğini her geçen gün yitirip, çoğunlukla ikincil mekânlara dönüşerek, çoğu kez zorunlu zamanlarda ve yaşlılıkta sığınılabilecek alanlar hâlini almaktadır.

Çoklu mekâna dayalı bir algı ile ilişkilendirilebilecek bu olgu, büyük kentlerimizde görülen hemşerilik ağları ile desteklenmektedir. Hasat, düğün, cenaze ve benzeri zorunlu yahut afet, deprem, pandemi, ekonomik sıkıntı vb. dönemsel anlarda kırla irtibatın sürdürüldüğü görülmektedir. Bu anlamda kır, bu tip durumlarda ikincil mekân işlevini görmektedir. Bu irtibat ise sadece kırsal alanda daimî ikamet biçimi ile sürdürülmemekte, esas olarak çok daha kuvvetli bir şekilde kent alanlarında devam ettirilmektedir. Böylelikle, kır ve hemşerilik aidiyetlerine dayalı çoklu ve ikincil mekânlar, Türkiye’nin birçok şehrindeki nüfus yapısını; kayıt dışı ve istisnaî iş yapma, ilişki kurma biçim ve örüntülerini her gün karşımıza çıkarmaktadır.

1980’lere doğru gelindiğinde, çok sayıda insanın yerleşimini, sosyal, kültürel, ekonomik vb. ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir hazırlığa sahip olmayan kent alanlarımız, yıllara yayılan insan hareketliliğini düzenli bir şekilde kontrol edebilecek mekanizmalara sahip değildi. Bu eksiklikler, çoğu kez “kervan yolda düzülür” misali, kırdan kente göç eden insanlar tarafından “herkes kendi kapısını süpürsün” cihetinden hayatı sürdürme taktikleri ve çözümleri olarak görülse de, kırsal alanlarda daha önce görülmeyen gecekondu, dolmuş, işporta, arabesk ve benzeri kavram ve pratiklerin kent alanlarında bariz bir biçimde görünür olmasını sağlamıştır. Bu durum, her ne kadar kendilerini aslî kentli olarak görenlerin dışlamasına maruz kalan yeni kentliler için ilk anda olumsuz durumlar oluştursa da, kentin ve kentlilerin işlerini gören, kolay çözüm yolları üreten kapıcılık, hamallık, temizlikçilik, seyyar satıcılık gibi yeni enformel mekanizmaların oluşmasını sağlamıştır. Böylelikle, bir yönüyle aslî ve yeni kentlilerin bir biçimde kaynaşması mümkün olurken, yeni kentlilerin kente uyumları da bir şekilde gerçekleşmeye başlamıştır.

Bugünlerde büyük kentlerimizin mevcut sorunlarından olan konut arzı, barınma, ulaşım, sağlık, eğitim vb. unsurlarda yaşananlar, “düğmenin baştan yanlış iliklenmesi” neticesinde, kentlerin kalabalıklaşmaya başladığı dönemlerde ortaya çıkmıştır. Süreç içinde kentin her geçen gün artan sorunları, kökünden çözümlenmek yerine geçici biçimlerde halledilmeye çalışılmaktadır. 2000’ler itibarıyla, eğitim düzeyinin giderek artmaya başlaması, formel yollarla iş bulma eğiliminin yaygınlaşması, üniversite sayılarının artması vb. unsurlarla kırdan kente hareketlilik örüntüleri, yerini kentten kente hareketlilik örüntülerine bırakmaya başlamıştır. İş bulma, öğrenim gibi sebeplerin yaygın olduğu durumlarda il/ilçe merkezleri arasında hareketlilikler vuku bulmaktadır. Bu durumun temel sebepleri arasında kırsal alanlarda nüfusun azalması, köy okullarının kapatılması ve taşımalı eğitime geçilmesi yer almaktadır. Bununla birlikte, 6360 sayılı yasa (2012) ile büyükşehir belediyesi ilan edilen illerde köy idari biriminin ortadan kalkması da Türkiye’de kır ve kent oranını kır aleyhine büyük oranda değiştirmiştir.

2000’ler itibarıyla, eğitim düzeyinin giderek artmaya başlaması, formel yollarla iş bulma eğiliminin yaygınlaşması, üniversite sayılarının artması vb. unsurlarla kırdan kente hareketlilik örüntüleri, yerini kentten kente hareketlilik örüntülerine bırakmaya başlamıştır.

Son yıllarda, kentten kente denilebilecek hareketlilik örüntüleri dâhilinde ekonomik koşullar, sağlık, eğitim, konut, trafik vb. sebeplerle İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerin sınırındaki illerde hayatların sürdürülmesi yönünde eğilimler de görülmektedir. Bu bağlamda, İstanbul etrafında Tekirdağ, Çanakkale, Balıkesir, Kocaeli, Sakarya, Düzce; Ankara etrafında Kırıkkale, Çankırı, Eskişehir, Bolu; İzmir’in etrafında Manisa, Aydın, Denizli gibi illerin nüfuslarının son yıllarda arttığı bilinmektedir. Çeperde yer alan şehirler, daimî ikametin yanı sıra ikincil mekânların da meydana geldiği yerler hâline dönüşmüştür. Pandemi süreci ve 6 Şubat depremleri bu hareketliliği artırmıştır.

Türkiye, Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte nüfusunu artırmaya çalışan, aynı zamanda nüfusunun şehirlere dengeli bir biçimde dağılmasını isteyen bir ülke özelliğine sahipti. Osmanlı Devleti’nden devralınan kırsal ağırlıklı nüfusun toprağını terk etmemesi, vergi verebilmesi, stratejik olarak o bölgelerde insan bulundurulabilmesi için kırdan kente hareketlilik istenmemiş ve özendirilmemişti. O yıllardan günümüze doğru kıyaslama yaptığımızda, kır ve kentin dengesinin ters yönde geliştiği bir nüfus yapısına rağmen Türkiye, Anadolu yahut taşra denilen bölgede kamu yatırımları ile insan hareketliliğini kontrol altında tutarak nüfusun dengesiz dağılımını engellemeye çalışan bir görünüm arz etmektedir. Buna rağmen, iç göç hareketliliğinin Türkiye’nin sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik vb. birçok unsuruna etki ettiği ve toplumsal yapısına şekil verdiği kabul edilmesi gereken gerçeklerdir.

O yıllardan günümüze doğru kıyaslama yaptığımızda, kır ve kentin dengesinin ters yönde geliştiği bir nüfus yapısına rağmen Türkiye, Anadolu yahut taşra denilen bölgede kamu yatırımları ile insan hareketliliğini kontrol altında tutarak nüfusun dengesiz dağılımını engellemeye çalışan bir görünüm arz etmektedir.

Ancak, son on yılı aşkın süredir ülkemize kuzey, güney ve doğudan yönelen düzensiz göç hareketliliği neticesinde, farklı göçmenlik kavramlarıyla oluşan nüfus, Türkiye’nin gelecek yıllarının demografik örüntüsüne şekil verecek potansiyele sahiptir. Bu muhtemel durum da uyum, göç ve birlikte yaşama politikalarının önemini akıldan çıkarmamayı gerektirmektedir.

Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bir diğer mesele, 6 Şubat depremleri neticesinde bölgeden başka şehirlere taşınan nüfusun ne kadar olduğu, bu nüfusun ilerleyen yıllarda nerede ve nasıl bir hayat düzenine sahip olacağıdır. Çok temel eşitsizliklerin söz konusu olduğu toplum yapısında, belirli bir kesimin imkânlara erişebilme ve refah toplumu üyesi olma vasfı ile çoklu mekânlarda, çoklu kimliklerle, ulusötesi (transnational) bir zihinle sadece Türkiye içinde değil, tüm dünyada cevelan ettiği gerçeği göz ardı edilmemeli; insan hareketliliğinin akışkan hâli dikkatle takip edilmeli, bu doğrultuda ülke ve insan menfaatine uygun politikalar geliştirilmelidir.

0 yorum

Diğer Yazılar

Yorum yap