Yıldız Ramazanoğlu ile Mülakat: Kötülükler, Alıştığımız İçin Süreklilik Kazanıyor - İLKE Analiz

Yıldız Ramazanoğlu ile Mülakat: Kötülükler, Alıştığımız İçin Süreklilik Kazanıyor

Editör

Edebiyatımızın, kültürümüzün ve düşünce dünyamızın değerli isimlerinden Yıldız Ramazanoğlu, son kitabı Cam Kenarı’nda göçü ve mülteciliği özel açılardan ele aldı.
Mart 2021’de İz Yayıncılık etiketiyle yayımlanan kitap çerçevesinde mülteciliği ve mültecilik hakkındaki çalışmaları konuştuk. Cevaplar için hocamıza çok teşekkür ederiz.

İnsanlığın bu çağdaki en büyük meselelerinden biri olan mültecileri merkeze alan bir kitap yazdınız. Bu konuda elini taşın altına koyan, meseleye bakan sanatçılardan oldunuz. Peki siz bu alandaki kültürel üretimleri nasıl buluyorsunuz? Yeterli mi, isabetli mi?

Şahit olduğumuz ya da duyduğumuz çeşitli çabalar var aslında. Mesela çocukları kaynaştırmak için yapılan birçok etkinlik oldu. Kelimat Sanat Galerisi’nde, Bağımsız Sanat Vakfı’nda  mülteci sanatçıların eserlerini sergilemeleri için imkan hazırlandı. Dergilerde çok güzel hikayeler yayımlandı. Fakat bir dağınıklık var sanki. Ülkemizdeki mültecilerin sanatına, müziğine, edebiyatına daha çok aşina olmamız ve birbirimizle sanat yoluyla daha sıkı irtibat içinde olmamız lazım. En çok sinemada belirgin bir ivme oldu sanki.

Boşnak yönetmen Aida Begic’in Beni Bırakma(2017), Andaç Haznedaroğlu’nun Suriyeli mültecileri anlatan Misafir (2018), Yönetmenliğini Maryna Er Gorbach ve Mehmet Bahadır Er’in yaptığı Omar ve Biz(2000) filmleri önemli örnekler. Fakat yapılacak çok şey var, mültecilerin sayıdan ibaret olmadığını göstermek ve geleceği barış içinde inşa etmek için.  

Kitabınızda mültecilerin isimsizliğine, özne olarak kabul görmeyişine vurgu yaptığınız görülüyor. Bugün “Suriyeli” derken de genellikle bir kalıp oluşturup insanları oraya tıkıyoruz. Mültecilere yönelik bakışlarda da hikayelerden ziyade veriler ortaya çıkıyor. Mültecilerin hikayelerini okumak, dinlemek veya yazmak bu anlamda bir değişime kapı açabilir mi? Bu sorunu çözmek için ne gibi adımlar atmak gerekir?

Edebiyatın bu noktada işlevi budur zaten, küme şeklindeki algılamaların önüne geçmek. Ayrımcılıkların ve kötülüklerin temel kaynakları arasındadır; suçun ya da kimi olumsuzlukların şahsiliği ilkesini görmezden gelmek, insanın parmak izi gibi kimseye benzemeyen özgün varlığını hiçe saymak. İnsanları grup olarak işaretleyip her türlü itham ve mahkumiyet için hedef haline getirilmelerinin önüne geçmek için yukarıdan aşağıya, merkezden muhite eşitlikçi ve barışçıl bir dil kurulması lazım.

Bu konuda duyarlılığın zaman zaman artıp azaldığını görüyoruz. Bazen semboller üzerinden duyarlılıklar büyüyor. Cansız bedeni kıyıya vuran Aylan’ı veya ambulansta ağlayan Ümran’ı gördüğümüzde tavırlarımız değişebiliyor. Bazen bu sahnelerin sembolleştirildiğini de görüyoruz. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyadaki bütün alt üst oluşların ve dönüm noktası sayılan olayların belli nesnelerle sözlerle sembollerle temsili söz konusu. Bazen tek bir fotoğraf yazılan ciltler dolusu kitaptan yapılan sayısız konuşmalardan daha çok iz bırakır ve zihinlerde dönüştürücü etkisi olur. Fakat bu görüntüler zamanla sadece üzerine konuşulan birer popüler ya da entelektüel metaya da dönüşebilir. Dengenin hangisinin lehine bozulacağını hesaplamak lazım. Yaşananların kanıksanması, üzerine yazılan konuşulan akademik birer metaya dönüşmesi tehlikesi her zaman mevcuttur. Misal Filistin’de yaşananların artık yeterince ilgi çekmemesi ve orada bunlar olur düşüncesine alışmamız en büyük yıkım. Suriyeliler ve diğer bütün halklar için de böyle. Oysa kötülükler alışmamız yüzünden süreklilik kazanıyor.    

Mülteci meselesine bakışta medyanın tavrı da toplumsal tepkileri derinden etkiliyor. Türkiye’de medyanın bu konuya yaklaşımında mevcut durumu nasıl buluyorsunuz? Hassasiyeti artırmak için neler yapılabilir?

Barış Gazeteciliği konseptinin yaygınlaşması en iyi şifa. Dilin çatışmaları körüklemek değil, bir arada yaşamı desteklemek, toplumsal barışın, uyumun, entegrasyonun yanında yer almak üzere inşa edilmesi gerekir. Mesela Suriyelere bedava şu bu veriliyor, sınavsız üniversitelere doluşuyorlar gibi düzeysiz ve mesnetsiz iddialar doğrudan nefret oluşturmaya matuf.    

Mültecilerin sığındığı veya sığınmak istediği yerlerde milliyetçiliğin de arttığını gözlemliyoruz. Bu bir tesadüf mü, bir strateji mi, doğal tepki mi? Nasıl değerlendirmek lazım?

Belli bir uygarlığa aidiyet duyanların, insanlık değerlerini temsil ettiklerini söyleyenlerin iddialarından vuruldukları zamandayız. Halklar ve yönetimler “öteki farklı ve yabancı olup bize benzemeyenle” karşılaştıklarında nasıl bir tavır takınıyorlar, günümüzün en çetin imtihanı budur. Kitlesel zorunlu göçlerde, küçük boyutlu kuşkular, rahatsızlıklar, tolere edilebilir huzursuzluklar olabilir başlangıçta, fakat buradan büyük nefretlere yol aramak, dışlamaya ve radikal ret cephesi oluşturmaya kalkışmak kendimizi de inkar anlamına gelir. Çünkü bu ülkede herkes bir yerlerden gelmiş kaynaşmış ve kader birliği yapmıştır zaten.  

Mülteci çocuklar yaşadıkları onca büyük travmaların üstüne bir de  akran zorbalığı, eğitim entegrasyonu, dil farklılığı gibi sorunlarla karşılaşıyorlar. Bu konuda Türkiye’de yaşayan hassasiyet sahibi ailelerin kendi çocuklarına ne öğretmesi gerekiyor?

Çocuklar çatışmaların en zayıf halkası ve en çok acı çekenleri. Aileler ve öğretmenler çocukları birbiriyle kardeş ilan etmeli, peygamberimiz gibi. Çocuklar ülkelerine gitme ihtimalleri bile olsa, isterlerse burada da istikballeri olabileceğini, onurlu bir yaşam kurabileceklerini bilmeliler. Yerli aileler çocuklarına dayanışmayı, paylaşmayı, dinlemeyi, anlamayı, başkasının hakikatine eğilmeyi öğretmek zorunda. Televizyonda gitmek istemeyeni zorla çıkarmalıyız diyen adam, misal Almanya bir anda bütün Türkleri istenmeyen kişiler ilan etse ne der acaba.  

Türkiye’de siyasetin, sivil toplum kuruluşlarının ve vatandaşların mülteciler hakkındaki gayretlerini yeterli buluyor musunuz? Uyum çalışmalarını ve geri gönderme yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gördüğüm çalışmalar daha çok mültecilerin fiziki varlıklarını devam ettirmeleri üzerine; yiyecek, giyecek, barınma temin etme, temel ihtiyaçları giderme şeklinde. Artık bunun ötesine geçmek şart oldu. Sayısız, çok kapsamlı ve gönüllülük esasına dayanan tematik etkinlikler ve çabalar lazım. Meslek grupları dayanışması, komşuluklar, birlikte kültürel faaliyetler, müzik alışverişi gibi.    

0 yorum

Diğer Yazılar

Yorum yap