Sivil Toplum ve Siyaset - İLKE Analiz

Sivil Toplum ve Siyaset

Halit Bekiroğlu

Editör Notu: Bu yazı, İLKE Vakfı Youtube kanalında yayına başlayan Halit Bekiroğlu ile Sivil Toplum programının birinci bölümündeki konuşmaların bir kısmının derlenmesi ile oluşturulmuştur

.

Sivil toplum tarihimiz Osmanlı döneminden itibaren ele alınabilecek ve ulus devlet süreciyle birlikte kavramsallaştırılabilecek bir mesele. Osmanlı’da nispeten ademi merkezi bir yapı söz konusu olduğu için sivil toplum kuruluşlarıyla ilgili çok detaylı ve sorunlu bir atmosferden bahsetmiyoruz. Ulus devlete geçildikten sonra daha merkezi devlet yapısı ile sivil alanın zayıfladığını görebiliyoruz.

Özellikle 1950’lerden sonra sivil toplum kuruluşları daha görünür oldular. Tabii bu kolay olmadı, iniş çıkışları oldu. Sivil toplum kuruluşları bu dönemlerde özellikle siyasi kamplaşma üzerinden kendilerini ifade ettiler. Darbelerle tekrar sekteye uğrayan sürecin ardından -1980’lerden sonra- kendilerini tekrar ifade etmeye başladılar. 28 Şubat da çok önemli bir engel oldu. Fakat 28 Şubat’tan sonra, özellikle 17 Ağustos depreminin ardından devletin yetersiz kaldığı yerlerde sivil toplumun desteği görüldü. Her kesimden sivil toplum kuruluşlarının çok güçlü bir dayanışması oldu ve bu dayanışma sivil topluma ne kadar ihtiyaç olduğunu göstermiş oldu. 

Depremde gözlenen bu tecrübe, AK Parti iktidarıyla birlikte 2000’li yıllarda sivil toplum alanında bir açılım artık zorunluydu. AK Parti yöneticilerin önemli bir kısmının STK’lardan gelmiş olması da bu süreci hızlandırdı. İlgili yasalarda önemli adımlar atıldı ve ciddi ilerleme kaydedildi. 

Ne yazık ki sonrasında tekrar bir kesinti dönemi oldu. 2016 yılında yaşanan 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında hem devlet hem toplum nezdinde sivil topluma karşı endişe oluşmaya başladı. Bu da sivil toplumun her açıdan tekrar daralmasına yol açtı. 

“2016 yılında yaşanan 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında hem devlet hem toplum nezdinde sivil topluma karşı endişe oluşmaya başladı.”

Tüm bunlara baktığımızda, şu anda STK’larda yaygın üç yaklaşım olduğunu görüyoruz. Birincisi endişeli yaklaşım. Sürekli “Acaba siyasetle ilişki kurarsak bir sorun yaşar mıyız?” endişesi oluştu. İkincisi ise kendi düşüncelerine yakın siyasi taraflara tamamen entegre olan ve siyaset mekanizmasının parçası haline gelen STK’lar. Üçüncü STK tipi ise bir tür “müzmin muhalif” gibi siyasette ve devlet mekanizmasında olup biten her şeye muhalefet eden STK modeli.

Ben dördüncü ihtimalin olduğunu ve olması gerektiğini savunuyorum. O da kendi yerini ve konumunu bilen; siyasetle ilişki kuran ama onunla bütünleşmeyen, mesafesini iyi koruyabilen; yeri geldiğinde işbirliği yapabilen, yeri geldiğinde muhalefet edebilen, yeri geldiğinde devletin eksik bıraktığını kapatabilen, yeri geldiğinde siyasete ufuk açabilen, toplumun hem haklarını savunan hem eksiklerini gideren hem de gelişimine katkıda bulunan sivil toplum kuruluşlarının ideal olduğu kanaatindeyim. 

Kimi zaman farkında olmadan sivil toplum ve siyaset ilişkisi iç içe geçtiğinde siyasetin de alanına zarar verilmiş oluyor. Bir süre sonra sivil toplum kuruluşları kendi işlevini göz ardı edip siyaset yapmaya başlıyor. Siyasette sık yaşanan güç talebi, bir süre sonra sivil toplumun alanını daraltıyor. Burada her alanın kendi sınırlarını doğru tanımlaması ve kendini doğru konumlaması; her halükarda ötekiyle iletişim halinde olması gerekir. Böyle olursa iki tarafın da güçleneceği kanaatindeyim. 

Sivil toplum kuruluşlarının ekonomik ve fikri bağımsızlığını tesis etmeleri gerekir. Örneğin ekonomik anlamda bağımsızlık demek devlet kurumlarından ve imkanlarından bütünüyle uzaklaşmak anlamına gelmiyor. Doğru projelerde ve çerçevesi belirli şekilde devlet projelerinden ve kaynaklarından istifade edilebilir. Fakat bir STK bu şekilde bir çalışma yaptığında kendisini siyasete, iktidara mecbur hissetmemeli. 

Problem karşısında görünür yüz olan siyasetin eksiklerinden bahsetmek kolay fakat bu sorun tek taraflı değil.Sivil toplum temsilcilerinin de bu konuda çerçeveyi doğru çizmesi ve ilkeli davranması çok önemli.

Çoğunlukla siyaset, sivil toplumu kendisine bir destekçi olarak değerlendirebiliyor. Ya da sivil toplum siyaseti kendi işlerini kolaylaştırıcı bir unsur olarak görebiliyor. Bunların ikisi de yanlış sonuçlar doğuruyor. Sivil toplum, kendi yerini bilerek kısa vadeli siyasi planlara odaklanmak yerine uzun bir projeksiyon çizmelidir. Siyasetin de -doğası gereği çözmek zorunda kaldığı günübirlik konularla uğraşırken- düşünemediği, yanlış yaptığı veya ihmal ettiği konular olacaktır. Sivil toplumun bu açığı kapatması önemlidir. Siyaset bu çabadan rahatsız olmamalıdır tam aksine memnun olmalıdır. Sivil toplum ve siyaset kendi konumlanmasını doğru yaptığında çok daha gelişmiş bir toplum haline geliriz. 

0 yorum

Diğer Yazılar

Yorum yap