Türkiye’de nesil farklılığı bireylerin siyasi, ekonomik ve toplumsal konulara ilişkin algılama biçimini önemli ölçüde etkiliyor. Yapılan birçok kamuoyu araştırmasında yaş farklılığı; siyasi tercih, dindarlık pratiği, üretim ve tüketim alışkanlıkları, milliyetçilik düzeyi gibi birçok farklı konuda önemli bir değişken olarak karşımıza çıkıyor.
Teknolojinin yaygınlaşmasıyla bilgiyi edinme kanallarının değişmesi, kent hayatında yaşama oranlarının geçmiş yıllara nazaran ciddi düzeyde artmış olması, küreselleşme gibi birçok etken yaşanan kuşaklararası çatışmanın gerekçesi olarak sunulabilir, ancak bu çatışmanın asıl taşıyıcısı bunlardan hiçbiri değil; ekonomik eşitsizlik.
İşsizlik, aylık elde edilen kazanç, ekonomik sermaye, sosyal sermaye, kültürel etmenler, bedensel engeller, etnik aidiyet, siyasi görüş gibi birçok etmen ekonomik eşitsizliği doğrudan ya da dolaylı biçimde etkiliyor. Ancak işsizlik, ekonomik eşitsizliği en çok belirleyen faktörlerin başında sayılabilir.
İŞKUR’un yaş aralığı bazında kayıtlı işsiz oranları gösteren çalışmasına göre Türkiye’deki kayıtlı işsizlerin %55’i 15-29 yaş grubundaki kişilerden oluşuyor. Bu oran, iş bulamadığı için askere giden veyahut yüksek lisans/doktora eğitimine dahil olan gençlerle birlikte düşünüldüğünde daha çarpıcı bir hâl alıyor.
Ekonomik eşitsizliği belirleyen bir diğer önemli etmen ise yıllık kazanç. Türkiye’de gençler diğer yaş gruplarına göre iş piyasasına dahil olmakta daha çok zorlanıyor. İş piyasasına dahil olduklarında ise önemli ölçüde daha düşük ücretlerde çalışmak durumunda kalıyorlar.
2018 yılı için TÜİK tarafından hazırlanan Kazanç Yapısı Araştırmasına göre 16-29 yaş grubundaki kişilerin yıllık ortalama kazançları 28.117-42.698 TL civarındayken 30 yaş ve üstü kişilerin 50.000 TL’yi geçtiği görülüyor. Sonuç itibariyle yaş grupları arasındaki yıllık kazanç farkı %50’lere kadar varabiliyor.
Bunlara ek olarak, özellikle Kasım 2021 sonrasında oluşan yüksek enflasyon; barınma, ulaşım, eğitim, sağlık gibi temel hizmetlerin satın alma maliyetini de ciddi bir biçimde arttırdı. Buna paralel olarak gençlerin ve öğrencilerin gelir kaynaklarının enflasyon oranında artmaması onları daha da zor duruma sokuyor. Son dönemde KYK burs artışının asgari ücretteki artış oranının çok aşağısında kalması bu durumun en temel göstergelerinden biridir.
Net asgari ücret ile KYK burs artışı mukayese edildiğinde; KYK bursunun asgari ücrete oranı 2005–2015 arasında dalgalı bir seyir izlemesine rağmen 2015 sonrası sürekli azalıyor. Buna ek olarak asgari ücret 2005–2018 arasında KYK bursunun 3 katı iken bu oran 2019–2021 arasında 4, 2022 Ocak’ta 5, 2022 Temmuz sonrasında ise 6 katına çıkarak devletin yasal olarak işçilere hak gördüğü ödenecek en düşük ücret seviyesi ile üniversite öğrencisinin ihtiyaçlarını karşılayabileceğini düşündüğü KYK bursu arasındaki makasın son beş yılda giderek açıldığını görülüyor.
Ekonomik eşitsizliği belirleyen üçüncü husus ise sahip olunan servet. Gençler hayata yeni başladıkları için ev, araba gibi servetlere sahip değiller. Bu sebeple kazançlarının çoğunu barınma ve ulaşım gibi temel ihtiyaçlarını gidermek için harcıyorlar. Buna ek olarak, son birkaç yılda konut ve araç fiyatlarındaki ciddi artış, beyaz eşya başta olmak üzere ev gereçlerindeki fiyat artışları neticesinde evlilik maliyetlerinin artması gibi sorunlar gençleri ekonomik olarak önemli ölçüde etkiliyor.
Özellikle 2021 sonrası aşırı artış gösteren enflasyon, kur artışı, alım gücünün erimesi, konut krizi gibi makro ekonomik sorunlar; genç nüfusun yeni bir hayat kurmasına, iktisadi bir girişimde bulunmasına, evlenmesi veyahut mülk edinmesine engel oluyor. Ekonomik zorluklar gençlerin hareket alanını kısıtlıyor. Bu hareket alanının daralması durumu onların iyi olma hâli, mutluluk düzeyi, yoksulluk/yoksunluk durumu gibi birçok sonuç göstergesine olumsuz anlamda yansıyor.
Emeğin GSYH içindeki payının azaldığı ve emek-sermaye arasında makasın genişlediği Türkiye toplumunda zaten hiç sermayesi ve mülkü olmayan ücretli çalışan genç nüfus ile bir önceki kuşak arasındaki ekonomik eşitsizlik ciddi bir biçimde derinleşiyor. 2010 yılında çalışma hayatına atılmış yeni mezun bir genç İstanbul’da kendi evine çıkıp birikim yapabiliyor, kredi ile ev veya araba alabiliyor veyahut iktisadi ve sosyal hayallerini gerçekleştirebilecek bir ortam bulabiliyorken günümüzde yeni mezun/yeni iş başlamış bir genç değil birikim yapmak İstanbul’da ev tutması için -Mart 2023’de ortalama kira fiyatının 13.075 TL olduğu düşünüldüğünde- maaşının en az %50’sinden fazlasını gözden çıkarması gerekiyor.
Gençlerin artan ve değişen ihtiyaç algısı ve bunun ekonomik olarak karşılanamamasından ötürü yaşam memnuniyetinin düşük olması da meselenin diğer bir boyutu olarak ifade edilebilir. Türkiye’de yükseköğretime erişimin hızlı bir şekilde genişlemesi, üniversite mezunu eğitimli genç kuşak sayısını arttırdı. Bu eğitimli genç kuşak ile önceki kuşaklar arası hayata bakış ve ihtiyaç algılarındaki farklılıklar git gide derinleşiyor. Dünün lüks olarak görülen meta ve faaliyetlerine bugün eğitimli genç nüfus erişmek istiyor. Kaliteli teknolojik ürüne sahip olma, yurtdışına seyahat, daha fazla sanatsal veya sportif faaliyete katılma gibi pratiklerde gençler ebeveynlerinden veyahut onlardan önceki kuşaklardan ayrışıyor.
Bunlara ek olarak, nesiller arası çatışmayı yoksulluğun kendisi kadar yoksulluk algısı da tetikliyor. Gençler ile diğer kuşaklar, Türkiye’deki yoksulluk düzeyinin farklı yıllarını baz aldıkları için yoksulluğu farklı şekilde algılıyor.
Dünya Bankası tarafından hazırlanan Türkiye’deki yoksulluk düzeyini yıllar itibariyle gösteren çalışmalara bakıldığında, 2003 yılından sonra Türkiye’de yoksulluk çarpıcı biçimde bir düşüş gösteriyor. 2003’te %37 olan bu oran 2018’e gelindiğinde %8,5’e kadar geriliyor. Ancak 2018 yılı bir dönüm noktası oluyor ve yoksulluk artmaya başlıyor.
Bu durum gençlerde yoksulluğun ciddi oranda arttığı gibi bir algı oluştururken diğer yaş grupları hayatlarının bir bölümünde mevcut durumdan daha kötüsünü yaşamaları sebebiyle görece durumu daha kanıksayan bir pozisyonda yer alıyorlar. Gençlerde Türkiye’de her geçen gün yoksulluğun arttığı algısı varken diğer yaş grupları bugünü yirmi yıl öncesiyle kıyasladıkları için görece olarak bu algıdan daha uzaklar.
Detaylandırmak gerekirse, birkaç yıl içinde mezun olacak olan, yeni mezun olan veyahut birkaç yıldır iş arayan gençleri içinde barındıran yaş grupları için yoksulluğun baz alındığı yıl Türkiye’de dolar bazında kişi başına düşen GSYİH’nin çok daha yüksek olduğu 2013-2015’li yıllar iken diğer yaş grupları için referans yılı genellikle 2000-2003’li yıllar oluyor. Bu durum kuşakların yoksulluk algısının birbirinden ayrışmasına sebebiyet veriyor.
Yoksulluk algısındaki bu farklılık, genç işsizliğin yüksek olması, Türkiye ortalamasının çok altında olan düşük gelir düzeyi, servet eşitsizliği ve bu durumun son yıllardaki ekonomik kriz derinleşmesi gibi faktörler gençlerin yaşam memnuniyetine ve mutluluk düzeyine de yansıyor.
TÜİK tarafından hazırlanan 2022 Yaşam Memnuniyeti Araştırması’na göre Türkiye’de yaş azaldıkça mutluluk oranı da azalıyor. Burada özellikle 25-34 yaş grubuna dikkat etmek gerekiyor. Üniversiteden mezun olmuş ve işsizlik gerçeğiyle baş başa kalmış, diğer taraftan işe girse dahi görece daha az yıllık kazanç elde eden, aldığı düşük maaşla barınma, ulaşım gibi temel ihtiyaçlarını gidermeye çalışan bu yaş grubunun en düşük mutluluk oranına sahip grup olduğu görülüyor. Ek olarak 18-24 yaş arasındaki gençlerin mutluluk düzeyinin yıllar içindeki değişimi incelendiğinde ise 2003-2019 aralığında mutlu hisseden gençlerin oranı %55’in üzerindeyken bu oran 2019 sonrası %45 civarına düşüyor.
Sonuç itibariyle; gelir, servet, güvencesizlik, iyi olma hâlindeki eşitsizlikler gençlerin diğer yaş gruplarına göre sosyal, siyasi ve iktisadi her konuda algılama biçimini önemli ölçüde farklılaşmasına sebebiyet veriyor. Günümüz Türkiye’sinde kuşaklararası çatışma henüz etnik, mezhepsel, dindarlık/sekülerlik, cinsiyet ayrışmaları kadar önemli bir fay hattı olmasa da önümüzdeki 10 yıl içinde ekonomik krizin de derinleşmesiyle en az onlar kadar önemli bir fay hattı olarak karşımıza çıkabilir.