Gazze Soykırımı Modernitenin İlkelerinden Bir Sapma Mıdır? - İLKE Analiz

Gazze Soykırımı Modernitenin İlkelerinden Bir Sapma Mıdır?

Zekeriya Koç

Latince kökenli “modo” kelimesinden türeyen “modernus” kavramı, “bugün” ve “hemen şimdi” anlamlarına gelmektedir. “Modernite” ise, “geçmişe ait olmayan”, “şimdiki zamana özgü” ve “ilerlemiş” gibi anlamları ifade eder [1]. Bu çerçevede modernite, görece mevcut olan süreklilikleri bir kenara bırakarak, Avrupa’daki tarihsel gelişim süreci doğrultusunda geçmişin dinî, felsefî, iktisadî, siyasî ve idarî gibi pek çok yönüne karşı radikal bir eleştiriyi içermekte; aynı zamanda bugüne ilişkin bir söylem üretme iddiası taşımaktadır. Moderniteye dair söz konusu edilen çok sayıda alanın derinlemesine ele alınması gerekse de, bu incelemede kapsam dâhilindeki bazı meseleler üzerinden sınırlı açıklamalara yer verilecektir.

Modernitenin temel yapı taşlarından biri olan ilerlemeci tarih anlayışı, bu analiz bağlamında merkezi bir öneme sahiptir. Bu anlayışa göre insanlık, bilimsel gelişmeler doğrultusunda doğrusal bir eksende sürekli olarak ilerlemektedir. Maddi dünyadaki bu ilerlemenin, bireylerin daha ahlaklı, daha medeni ve daha mutlu bir yaşam sürmesini sağlayacağı düşünülmektedir. Oysa Antik Yunan düşüncesinde insanlık tarihi, dairevi (döngüsel) bir yaklaşımla inişler ve çıkışlar eşliğinde geçmişin ve geleceğin sürekli tekrar ettiği bir döngü içerisinde değerlendirilmiştir [2]. Buna karşılık, modern dönemde bilimsel devrimler ve sanayileşme gibi süreçlerin etkisiyle, insanlığın kesintisiz bir ilerleme içinde olduğu ve geleceğin geçmişe kıyasla daha iyi olacağı yönünde iyimser bir perspektif geliştirilmiştir.

Politik düzlemdeki dönüşüme ilişkin olarak, öncelikle Antik Yunan düşüncesinde phusis merkezli bir anlayış doğrultusunda siyasetin bütüncül bir yaklaşımla ele alındığı görülmektedir. Hristiyanlıkta ise siyaset, Tanrı’nın otoritesine dayanan ve vahiy eksenli bir yapıda, teolojik bir çerçeve içerisinde anlam kazanmaktadır [3]. Bu bağlamda, modern öncesi dönemde siyaset; kozmosun ya da ilahi olanın belirleyiciliğinde, olgu ile değerin iç içe geçtiği ahlaki bir zemin üzerinde, daha yaşanabilir bir dünya inşa etme amacına hizmet eden bir araç olarak değerlendirilmiştir. Buna karşılık modern siyaset felsefesi, Machiavelli’nin siyasal olguyu tüm bu değerlerden bağımsız şekilde ele almasıyla birlikte yeni bir yönelim kazanmıştır [4]. Nitekim Machiavelli sonrasında siyaset, aşkın (müteal) bir hakikate dayalı olarak tanımlanan bir alan olmaktan çıkmış; tersine, hakikat, siyaset ve ahlak gibi kavramların bizzat siyasetin kendisinden türeyerek tanımlandığı ve gerektiğinde araçsallaştırıldığı bir kavramsal yapıya bürünmüştür. Zira dönemin İtalya’sında hüküm süren siyasal ve idari parçalanmışlık karşısında, merkezi bir birlik oluşturmayı mümkün kılacak olan gerçeklik, yani hikmet-i hükümet, bu siyasal amaç doğrultusunda her türlü aracın meşrulaştırılmasını zorunlu kılmaktadır.

Modern Devlet ve Bahçıvan Metaforu

 Moderniteyle birlikte şekillenen modern devlet anlayışında egemenlik, “siyasal toplulukta, başka herhangi bir yerde nihai ve mutlak bir otoritenin bulunmadığı, nihai ve mutlak bir otoritenin varlığı” olarak tanımlanabilir [5]. Bauman, modernitenin sunduğu imkânlar aracılığıyla egemenliğini pekiştiren modern devleti “bahçıvan” metaforu çerçevesinde değerlendirmiştir. Bu benzetmeye göre modern devlet, yönetilen toplumu biçimlendirilmesi, yetiştirilmesi ve arındırılması gereken bir yapı olarak görmekte; bu doğrultuda yabani otları ayıklayan bir bahçıvan gibi toplumun istenmeyen unsurlarını tasfiye etmeyi hedeflemektedir [6]. Nasıl ki bir bahçıvan, bahçesindeki yabani otları yok ederek kendi sebze ve meyvelerinin daha sağlıklı yetişmesini sağlıyorsa; modern devlette egemen güç de yurttaşlarını benzer bir anlayışla biçimlendirmektedir. Bu durumun çarpıcı bir örneği olarak Holocaust, ilerleme miti çerçevesinde kutsanan modern dünyada, dönemin en gelişmiş bilimsel ve teknolojik olanaklarıyla donatılmış merkezi ve güçlü bürokratik aygıtlar tarafından planlanmış ve uygulanmıştır.

Bauman’a göre modern uygarlık, her ne kadar Holocaust’un ortaya çıkması için yeterli bir koşul olmasa da, böylesi bir vahşetin gerçekleşmesine zemin hazırlayan potansiyeli nedeniyle onun için gerekli bir koşul niteliği taşımaktadır. Nitekim “Nazilerin Avrupa Yahudilerini kitlesel biçimde katletmesi, yalnızca sanayi toplumunun teknolojik bir başarısı değil; aynı zamanda bürokratik bir toplumun örgütsel yetkinliğinin bir sonucudur” [7]. Bu çerçevede Bauman, moderniteye yönelik inancını sürdürmekle birlikte, modern dönemde yaşanan teknolojik, bürokratik vb. ilerlemelerin Holocaust benzeri bir felakete imkân tanıdığını da kabul etmektedir. Ancak, Bauman’ın “akışkan modernite” olarak tanımladığı postmodern süreçte, modern ulus-devlet, toplum, ırk ve din gibi kavramlar artık tartışmaya açılmış; böylece modernitenin tekçi sisteminden, postmodernitenin çoğulcu söylemine doğru bir geçiş yaşanmıştır. Postmodern yaklaşım, modernitede “bahçıvan” metaforuyla temsil edilen tahakkümcü egemenlik anlayışı ve toplum mühendisliğine karşılık, yerel ve göreli (rölativist) bir perspektif geliştirmiştir. Buna göre postmodern dönemde, ulus–kan–toprak üçlemesinin yerini, özgürlük, farklılık ve hoşgörü gibi kavramların alması beklenmektedir. Bauman, postmoderniteyle birlikte ortaya çıkan boşluk duygusu ve anarşi gibi kaygılara rağmen, “Tanrı’nın ölümü, kutsal ve seküler otoritelerin ortadan kalkışı, insanın ölümü” gibi söylemlerle şekillenen akışkan moderniteye karşı genel olarak iyimser bir yaklaşım benimsemektedir [8]. Zira ona göre, büyük anlatıların yıkıldığı ve bireylere yön verecek “bahçıvanların” ortadan kalktığı bir dünyada, artık ulusalcı söylemlere referans vermeksizin var olabilen “avcılar”dan söz etmek gerekmektedir. Bu avcılar, bahçıvanlardan farklı olarak; ulus, şehitlik gibi “ütopya mahiyetindeki anlatıları” reddetmekte, hatta bunlarla alay etmekte ve haz merkezli bir yaşamı esas almaktadır. Katı moderniteden akışkan moderniteye geçişle birlikte artık “tüketim alanında haz ilkesinin özgür egemenliği” hâkim bir konuma gelmiştir.

Messiri, Bauman’dan farklı olarak, modern devletin “bahçıvan” rolü çerçevesinde gerçekleştirdiği soykırımların Batı medeniyetinden bir sapma değil; aksine, dünyanın kullanılabilir, baskı altına alınabilir ve taşınabilir bir madde olarak görüldüğü materyalist, faydacı ve rasyonalist bir bakış açısının sonucu olduğunu belirtmektedir [10]. Bu doğrultuda, beyaz adamın çıkarı doğrultusunda milyonlarca Afrikalı, işlevsel birer nesneye dönüştürülerek köleleştirilmiş ve Amerika’ya taşınmış; benzer şekilde, Amerika kıtasında yaşayan yerli halkın büyük bir bölümü sistematik biçimde yok edilmiştir. Messiri, postmoderniteyi ise “Tanrı’nın ölümünden sonra insanın da ölümünü ilan eden; her tür merkezi reddeden ve tüm referans çerçevelerine karşı çıkan bir tüketim emperyalizmi” olarak tanımlamaktadır. Bu süreçte, klasik anlamdaki merkezi modern devletler silikleşmiş; yerlerini çok uluslu şirketlerin küresel etkisine bırakmıştır. Messiri’ye göre, bu dönemde tüm uluslar “demir kafes” benzeri bir yapının içine yerleştirilerek, rahat biçimde sömürülebilmeleri için yalnızca birer üretici ve tüketici —yani kullanılabilir bir madde— olduklarına inandırılmak istenmektedir [11]. Bu bağlamda Messiri, Bauman’ın “akışkan modernite” olarak adlandırdığı süreçte kimliklerin silikleştiğini kabul etmekle birlikte; bu kimliksizleşmenin, beyaz adamın öncülüğündeki emperyalist tahakkümü daha da güçlendirdiğine dikkat çekmektedir. Zira kimliği silinen ve yalnızca üretim–tüketim döngüsüne indirgenen toplumlar, mevcut sömürü düzenini sorgulama yetilerini giderek kaybetmekte, hatta tamamen yitirmektedir. Böylece sömüren ile sömürülen arasındaki yapısal ilişki, varlığını kesintisiz biçimde sürdürmektedir.

Messiri, Bauman’a benzer şekilde Batı’nın dünyayı “boşluk” ve “kendi çıkarları doğrultusunda araçsallaştırılabilir bir madde” olarak tanımladığını; bu doğrultuda da sözde “medenileştirme” misyonu çerçevesinde bu boşluk üzerinde tahakküm kurma rolünü üstlendiğini ifade etmektedir. Buna ek olarak, Siyonizmin “Avrupa’nın emperyal mirasının meşru çocuğu” olduğu değerlendirmesinde bulunur. Messiri’ye göre postmodernite ile Siyonizm, “imleyeni imleyenden ayırma” çabası üzerinden —yani Filistinlileri Filistin’den koparma yönünde— Filistin üzerinde egemenlik kurmayı amaçlayan emperyal bir gayeye hizmet etmiştir [12]. Bu bağlamda Siyonist söylem, Filistin ve Filistinlilik kavramlarını yapısöküme uğratmayı hedeflemiş; Filistin’i, halksız bir toprak parçası ve kimliği ile tarihsel sürekliliğinden yoksun bir boş alan olarak tasavvur etmiştir. Bu yaklaşım aracılığıyla, Filistin toprakları üzerindeki işgal ve sömürü düzenini meşrulaştırma çabası güdülmüştür.

7 Ekim Sonrası Gazze ve Postmodern Dönemde Siyonist Kimliğin Tahakkümü

Hamas, yaklaşık yirmi yıldır Gazze’nin adeta bir açık hava hapishanesine dönüştürülmesi, İsrail tarafından sürekli olarak bombalanması ve bölgenin tahliyesine yönelik planlar karşısında, 7 Ekim 2023 tarihinde bir karşı saldırı başlatmış ve bu saldırı sonucunda binin üzerinde İsrail askerini etkisiz hâle getirmiştir. Buna karşılık, 9 Ekim 2023’te İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Gazze’nin “tam kuşatma” altına alındığını duyurmuş; elektrik, su, yiyecek ve yakıt girişlerinin engelleneceğini beyan etmiş ve İsrail’in “insan hayvanlara karşı savaştığını” ifade etmiştir [13]. Aynı gün İsrail Başbakanı Netanyahu ise, “Kutsal Kitabımız diyor ki: Amalek’in size ne yaptığını hatırlamalısınız. Ve biz hatırlıyoruz.” şeklindeki sözleriyle sürece dinsel bir gönderme üzerinden meşruiyet zemini sunmaya çalışmıştır.

Charleston Koleji’nde Yahudi Çalışmaları profesörü olarak görev yapan Joshua Shanes, İncil’de Amaleklilere yönelik düşmanlığın, İsrailoğulları’nın vaat edilen topraklara ilerlerken savunmasız durumdayken Amalekliler tarafından kurulan acımasız bir pusudan kaynaklandığını belirtmiştir. İlgili anlatıya göre bu saldırının ardından Tanrı, Musa’ya Amalek’in yok edilmesini emreder. Yüzyıllar sonra Saul, Tanrı’nın bu buyruğunu neredeyse yerine getirir; tüm Amalekli erkekleri, kadınları ve çocukları öldürür; ancak halkını zor şartlarda sürdürebilen kralı bağışlar. Saul’un soyundan gelen kötü karakter Haman, ilerleyen dönemde Pers yönetimi altında yaşayan tüm Yahudileri yok etmeye yönelik bir plan geliştirir. Metnin harfî anlamına sadık kalındığında, anlatının sunduğu çıkarım açıktır: Saul’un Amaleklilerin tümünü yok etmede başarısız olması, Yahudi halkı için varoluşsal bir tehdidin doğmasına neden olmuştur. Yahudiler, geleneksel olarak Purim bayramından önceki Şabat ayinlerinde Amalek’in kurduğu pusu ve Tanrı’nın Amaleklilerin yok edilmesi yönündeki emrini anlatan hikâyeyi dinlemektedirler [14].

Bu bağlamda, İsrailli yetkililerin Gazze’ye yönelik saldırı öncesinde kendi dinî ve kültürel kaynaklarına referansta bulundukları anlaşılmaktadır. Postmodern süreçte toplumlar bir yandan kimliksizleştirilirken, Siyonist söylem, kimlik inşasına güçlü biçimde tutunmaktadır. Gazze halkını “insan hayvan” şeklinde tanımlayan söylem ise, Batı’nın tarihsel “medenileştirme” misyonu çerçevesinde gerçekleştirdiği sömürgeleştirme faaliyetlerini andıran bir anlayışla örtüşmektedir. Zira bu yaklaşım doğrultusunda, “insan” olarak kabul edilmeyen toplulukların doğuştan sahip oldukları, devredilemez ve vazgeçilemez haklara da sahip olamayacağı varsayılmaktadır. Bu nedenle, sivil halkın hedef alınarak katledilmesi dahi göz ardı edilebilecek bir durum olarak sunulmaktadır.

Siyonistler, bir asrı aşkın süredir Filistin topraklarını zor yoluyla ele geçirmekte ve “bahçıvan” metaforunun işaret ettiği biçimde, işgal ettikleri bu topraklardaki toplumu tasarlanması, biçimlendirilmesi ve “yabani otların” ayıklanması gereken bir alan olarak kurgulamaktadırlar. Bu doğrultuda, sivil yerleşim alanları, hastaneler ve uluslararası kuruluşlara ait yapılar doğrudan hedef alınmakta; bu da Holocaust’u aratmayacak düzeyde sistematik ve kitlesel bir şiddetin halen devam ettiğini göstermektedir. Siyonist bakış açısına göre, bahçelerinin “temizlenmesi” için “insan hayvanlar” olarak nitelendirilen Filistinlilerin katledilmesi veya zorunlu tehcire tabi tutulması gerekmektedir. Çünkü bu anlayışta Filistinliler, Siyonistlerin kurguladığı bahçede bir “yabani ot”tan fazlasını hak etmemektedirler.

Sonuç olarak, modern devlet, teknolojik ve bürokratik alanlarda kaydettiği ilerlemeler sayesinde yeni türden Holocaust’ların zeminini oluşturmaya devam etmektedir. Bauman her ne kadar “akışkan modernite” ya da “postmodernite” kavramlarıyla kimliklerin silikleştiği, bireylerin “avcı” rolünü benimsediği bir sürece girildiğini savunsa da; 7 Ekim 2023 sonrasında Gazze’de yaşananlar, bu savın geçerliliğini sorgulamaya açık hâle getirmektedir. Zira Siyonist aktörler, Gazze’ye yönelik saldırılarını tarihsel ve kültürel referanslarla meşrulaştırmaya çalışarak, eşine az rastlanır bir sivil katliamı sürdürmektedir. Bu bağlamda, Messiri’nin önemle vurguladığı gibi, Batı’nın dünyayı “faydalanılabilir, baskılanabilir ve taşınabilir bir madde” olarak görme eğilimi, çağdaş dünyada da geçerliliğini korumakta; “beyaz adam” yeni soykırımlar aracılığıyla bu anlayışı tahkim etmeyi sürdürmektedir.


  1. Faruk Karaarslan, Bir Müslüman Modernleşme ve Modernizm’e Nasıl Bakmalı?, Beyan Yayıeci, 2021, s. 19
  2. Derda Küçükalp, Siyaset Felsefesi, Say Yayınevi, 2011, s. 159-160
  3. Jacqueline Russ, Avrupa Düşüncesinin Serüveni Antik Çağlardan Günümüze Batı Düşüncesi, çev: Özcan Doğan, Doğu- Batı Yayınevi, 2021, s. 125
  4. Küçükalp, a.g.e., s. 73-75
  5. Christopher Pierson, The Modern State, Routlledge, 2011,, s. 12
  6. Zygmunt Bauman, Modernity and the Holocaust, Polity Press, 1989, s. 14
  7. Bauman, a.g.e., s. 14
  8. Haccac Ali, s. 173-175
  9. A.g.e. 183-184
  10. Kalemin Dansı Göstergenin Oyunu, s. 19
  11. Messiri, s. 24
  12. Haccac Ali, Seküler Aklın Haritası Modernitenin Tanrısız Ütopya Arayışı, Mahya Yayınları, 2023, s. 214-215
  13. Human Right Watch, Israel’s Crime of Extermination, Acts of Genocide in Gaza, 19 AraLIK 2024, https://www.hrw.org/news/2024/12/19/israels-crime-extermination-acts-genocide-gaza (Erişim Tarihi: 14.05.2025)
  14. Noah Lanard, The Dangerous History Behind Netanyahu’s Amalek Rhetoric, https://www.motherjones.com/politics/2023/11/benjamin-netanyahu-amalek-israel-palestine-gaza-saul-samuel-old-testament/ (Erişim Tarihi: 14.05.2025)
  15. The Economics, “How Many People Have Died  in Gaza?”i, 8 Mayıs 2025, https://www.economist.com/interactive/middle-east-and-africa/2025/05/08/how-many-people-have-died-in-gaza?utm_medium=cpc.adword.pd&utm_source=google&ppccampaignID=18151738051&ppcadID=&utm_campaign=a.22brand_pmax&utm_content=conversion.direct-response.anonymous&gad_source=1&gad_campaignid=18151761343&gclid=CjwKCAjw24vBBhABEiwANFG7y9qkFGWbAUIhIGvgMsZ111jK-CaSfCbO85afrUJPsnG9XqWOjbQ_zhoCzjYQAvD_BwE&gclsrc=aw.ds (Erişim Tarihi: 14.05.2025)
0 yorum

Diğer Yazılar

Yorum yap