Kentsel Yayılmanın Sorunları - İLKE Analiz

Kentsel Yayılmanın Sorunları

John P. Rafferty

Yayılma veya banliyö yayılması olarak da adlandırılan kentsel yayılma, genellikle düşük yoğunluklu konutlar, tek amaçlı imar (single-use zoning) ve özel otomobile artan bağımlılık ile karakterize edilip şehirlerin ve kasabaların coğrafi kapsamının hızla genişlemesi anlamına gelir. Kentsel yayılmayı, artan kent nüfusunu barındırma ihtiyacıyla kısmen açıklamak mümkün olsa da birçok metropol bölgesinde daha fazla yaşam alanı ve diğer konut olanaklarına duyulan arzuyla da açıklamak mümkün. Kentsel yayılma; artan enerji kullanımı, kirlilik ve trafik sıkışıklığının yanı sıra toplumun ayırt ediciliğinin ve bütünlüğünün azalması ile ilişkilendirilmiştir. Buna ek olarak, metropol alanlarının fiziksel ve çevresel “ayak izlerini” artıran bu olgu, yaban hayatı habitatının yok olmasına ve kalan doğal alanların parçalanmasına yol açmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan ekonomik refah döneminde, artan üretim ve yeni federal kredi programları birçok Amerikan vatandaşının müstakil ev ve özel otomobil satın almasına olanak sağlamıştır. Aynı zamanda, devam eden yol yapım projeleri, özellikle 1956’da Eyaletlerarası Otoyol Sistemi’nin (Interstate Highway System) başlaması ve diğer altyapı çalışmaları, daha önce erişilemeyen arazilerde ev inşa edilmesini mümkün kılmıştır. Şehirlerdeki arazilerle karşılaştırıldığında banliyö arazileri nispeten ucuzdu ve bu araziler üzerine inşa edilen evler, sakinlerine şehir içindeki konutlardan daha fazla alan sağlıyordu. Kimi vatandaşlar görünürde doğaya daha yakın bir yaşam tarzının tadını çıkarmak için, kimisi de şehrin sıkışıklığından, suçundan ve gürültüsünden kaçmak için banliyölere taşındı. Böylelikle banliyö nüfusu, şehirle bağlantılarını otomobilleri aracılığıyla sürdürmeye başladı.

Kentsel yayılma; artan enerji kullanımı, kirlilik ve trafik sıkışıklığının yanı sıra toplumun ayırt ediciliğinin ve bütünlüğünün azalması ile ilişkilendirilmiştir.

Artan yerel nüfusla birlikte zaman içinde banliyölere olan bu göç, ABD’deki metropol alanların coğrafi kapsamı veya mekânsal ayak izinde önemli artışlara yol açmıştır. ABD Nüfus Sayım Bürosu’na (U.S. Bureau of the Census) göre, kentsel yayılmanın nedenleri yerel nüfus artışları ve yaşam tarzı seçimleridir. Örneğin, 1970-1990 yıllarında, ABD’nin batısındaki metropolitan alanlar (Las Vegas, Nevada, Seattle, Washington ve Salt Lake City, Utah, vs.) mekansal ayak izlerinde bireysel olarak artışa sebep olan bir akına maruz kalmıştır. Öte yandan, Doğu ve Orta ABD’nin metropol alanlarındaki nispeten ılımlı nüfus artışına mekansal büyüme de eşlik etmiştir. Örneğin; Chicago, Illinois, Kansas City, Missouri ve Baltimore, Maryland metropolitan alanlarının nüfusu 1970 ve 1990 yılları arasında sırasıyla %1, %16 ve %20 oranında artmış ancak her bir alanın coğrafi kapsamı sırasıyla %24, %55 ve %91 oranında genişlemiştir. Detroit, Michigan, Pittsburgh ve Pennsylvania gibi Ortabatı ve Kuzeydoğu’daki büyük şehirlerin mekansal ayak izleri, aynı dönemde şehirlerin nüfusunda düşüşler yaşanmasına rağmen yaklaşık yüzde 30 artmıştır.

Avrupa ülkelerinin nüfusu 1980-2000 yıllarında sadece %6 artarken bu ülkelerdeki yerleşik alanların mekansal ayak izi ise %20 oranında artmıştır.

Uzun yıllar boyunca kentsel yayılmanın sadece Amerika’ya özgü bir sorun olduğu düşünülmüştür ancak bu olgu diğer ülkelerde de yaşanmaktadır. Avrupa Çevre Ajansı (European Environment Agency) tarafından 2002 yılında toplanan verilere göre, Avrupa ülkelerinin nüfusu 1980-2000 yıllarında sadece %6 artarken bu ülkelerdeki yerleşik alanların mekansal ayak izi ise %20 oranında artmıştır. İtalya’nın Palermo kenti gibi bazı metropolitan alanların mekansal ayak izleri 1950’lerin ortalarından 1990’ların sonlarına kadar önemli ölçüde artmıştır. Palermo’nun nüfusu %50 artarken mekansal ayak izi ise bu dönemde %200 artmıştır.

Dünya genelinde insanlar şehirlere taşınıyor. Birleşmiş Milletler Nüfus Bölümü’ne (United Nations Population Division) göre 1950 yılında dünya nüfusunun %29’u kentsel alanlarda yaşıyordu. Bu rakam 2000’li yılların sonunda yaklaşık %49’a yükselmiştir. Gelişmiş ülkelerde bu oran çok daha yüksekti. Örneğin ABD’de 1950 yılında yaklaşık %64 olan kentsel nüfus 2007 yılında yaklaşık %81’e yükselmiştir. Benzer şekilde, Japonya’nın kentsel nüfusu da aynı dönemde kabaca %40’tan yaklaşık %66’ya yükselmiştir. Buna karşılık, daha az varlıklı gelişmekte olan ülkelerde daha az kentli nüfus bulunmaktadır. Örneğin Hindistan’da 1950 yılında %17 olan kentsel nüfus 2007 yılında yaklaşık %29’a yükselmiştir. Benzer şekilde, Mısır’ın kentsel nüfusu aynı aralıkta yaklaşık %32’den yaklaşık %43’e yükselmiştir.

Kentsel Yayılmanın Nedenleri

Kentsel yayılmaya katkıda bulunan birçok faktör vardır. Yukarıda belirtilen istatistiklerin de gösterdiği gibi, nüfus artışları tek başına bir metropolitan alanın kentsel kapsamındaki artışları açıklamamaktadır. Birçok durumda, kentsel yayılma nüfusun azaldığı bölgelerde meydana gelmiştir ve nüfusu artan bazı bölgelerde, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, çok az kentsel yayılma yaşanmaktadır. Ekonomik büyüme ve küreselleşme genellikle kentsel yayılmanın başlıca makroekonomik itici güçleri olarak gösterilmektedir ancak artan refah, cazip arazi ve konut fiyatları ve daha fazla imkana (bahçe, ev aletleri, depolama alanı ve mahremiyet gibi) sahip daha büyük evlere duyulan arzu birey düzeyinde önemli rol oynamaktadır. Birçok uzman ayrıca zayıf planlama yasalarının ve tek amaçlı imar uygulamalarının da kentsel yayılmaya sebep olduğuna inanmaktadır.

Banliyölerde konut, kamu hizmetleri ve yolların inşası ile kaynakların banliyö nüfusuna ve işçilere ulaştırılması, gelişmiş ülkelerin gayri safi milli hasılasının ayrılmaz bileşenleridir. Bir metropolitan alandaki büyümenin büyük bir kısmı kenar mahallelerde gerçekleştiğinden, büyük miktarda kaynak ve hizmet bu bölgelere yönlendirilmektedir. Kent çeperindeki yapılaşma, giderek artan bir şekilde daha tekdüze hale gelmektedir. Birçok banliyö konut bölgesi, aynı veya neredeyse aynı özelliklere sahip parseller üzerinde yer alan benzer veya aynı modelleri içermektedir. Standartlaşma, genellikle denizaşırı kaynaklardan gelen malzemeler toplu olarak sipariş edilebildiği için maliyetleri düşürmekte ve inşaatın hızını artırmaktadır. Bazı şehir planlamacıları ve sosyal bilimciler tasarım standardizasyonuna yönelik bu eğilimi küreselleşmenin artan etkisine bağlamaktadır.

Birçok şehir planlamacısı, modern banliyö imar yasalarının kentsel yayılmaya teşvik edici olduğunu savunmaktadır. ABD’de bu tür yasalar, “uyumsuz” arazi kullanımlarını birbirinden ayırmak amacıyla bir alanı belirli bir arazi kullanım türünün (tek aileli konut, çok aileli konut, ticari, kurumsal ve hafif sanayi, vs.) gelişimiyle sınırlayan bir uygulama olan tek amaçlı imara dayanma eğilimindedir. ABD Yüksek Mahkemesi’nin Village of Euclid v. Ambler Realty Company (1926) davasında[1] imar düzenlemelerinin anayasaya uygunluğunu onaylamasının ardından bu uygulama Amerikan belediyeleri tarafından büyük ölçüde benimsenmiştir. Mahkeme kararının bir sonucu olarak, Euclidean zoning terimi tek amaçlı imar ile eş anlamlı hale geldi. Euclidean zoning iyi niyetli olmasına rağmen, yaya dostu şehirlerin gelişimini engellemektedir. Konut alanlarının derinliklerinde inşa edilen evler; mağazalardan, okullardan ve istihdam alanlarından uzakta yer almaktadır. Sonuç olarak, bölge sakinleri genellikle otomobillere bağımlıdır. Bunun aksine, daha eski kentsel mahallelerde farklı arazi kullanım türleri tipik olarak birbirinin içine serpiştirilmiştir.

Kentsel Yayılmanın Maliyetleri

Yayılan parseller ve ticari bölgeler, yerel işletmeler ve belediyeler için ekonomik nimetlerdir. Konutların, mağazaların ve altyapının inşaası istihdam fırsatları yaratır. Bölgeye taşınan ev sahipleri ve ticari girişimler genellikle yerel yönetimlere emlak vergileri ve satış vergileri şeklinde ek gelir sağlar. Ancak bu tür bir gelişme genellikle yerel çevresel kaynaklar üzerinde yük oluşturur, gelişmenin ekonomik yükünü uzun süredir bölgede yaşayanlara kaydırır, ulaşım ve enerji maliyetlerini artırır ve genel toplum karakterini zayıflatır.

1- Çevresel Maliyetler

Yaygın bina yapımının en belirgin çevresel etkilerinden biri yaban hayatı habitatının yok edilmesidir. Konutlara ve bunlarla ilişkili altyapıya yol açmak için doğal arazi sürülür, tesviye edilir ve asfaltlanır. Yavaş akan dereler, konut alanları ve ticari alanlar için daha verimli drenaj sağlamak amacıyla sık sık kanalize edilmektedir. Yaban hayatı habitatının küçük alanları kalsa da, bunlar daha önce orada yaşayan tüm yerli türleri desteklemek için çok küçük olabilir veya birbirlerinden geniş ölçüde ayrılmış olabilir. Bu düzenleme genellikle yaban hayatını yiyecek ya da eş bulmak için insan egemenliğindeki tehlikeli arazilerden geçmeye zorlar.

Nüfus yoğunluğu düşük olan exurb[2] mahalleleri, şehrin merkezine daha yakın olan yüksek yoğunluklu benzerlerine kıyasla kişi başına daha fazla enerji tüketmektedir. Isınma, yemek pişirme, soğutma, aydınlatma ve ulaşım için kullanılan enerji büyük ölçüde hava kirliliğine ve küresel ısınmayı körükleyen benzin, doğalgaz ve kömür gibi fosil yakıtların tüketimine neden olmaktadır. Şehirdeki veya diğer istihdam alanlarındaki işlerine ulaşmak için birçok banliyö çalışanı otomobille gidip gelmek zorundadır. 2000’lerin başlarında Amerikalılar için işe gidip gelme süresi ortalama 26,9 dakikaydı ve bunun büyük bir kısmı otomobille yapılıyordu. Buna ek olarak, banliyölerdeki marketlere veya diğer perakende kuruluşlarına yapılan yolculuklar da otomobille yapılmak zorundadır. Benzinle çalışan otomobillerin ürettiği hava kirliliği, sanayiden kaynaklanan diğer kirleticilerle birleşerek fotokimyasal duman oluşturabilir.

Modern banliyö konutları tipik olarak şehirlerdeki benzerlerinden daha büyüktür, bu da onları kışın ısıtmak ve yazın soğutmak için daha fazla enerji gerektirir. Müstakil evlerin ve bağımsız ticari binaların yalıtımı verimli olmayabilir. Buna karşılık, şehirdeki apartman daireleri tipik olarak daha küçük olmakla kalmayıp aynı zamanda bu kaynakları daha iyi muhafaza edebilmektedir: birçok apartman duvarı, tavanı ve zemini genellikle komşu birimlerle paylaşıldığı için ısıtma ve soğutma konusunda daha başarılıdır.

Yerleşim alanlarındaki geçirimsiz yüzeylerden oluşan geniş alanlar, genellikle su emici bitki örtüsünün ve geçirgen toprakların yerini almaktadır. Konutların ve ticari yerlerin çatıları, yollar ve otopark alanları suyun toprağa emilimini büyük ölçüde engellemektedir. Yağmur suyu ve kar erimesi bu yüzeylerden akar ve düşük kotlu alanlarda hızla birikerek yerel sel riskini artırabilir. Yağmur sırasında kaldırımda bulunan kimyasallar genellikle su kirliliği olarak yüzey akışıyla taşınır, su kalitesini düşürür ve akıntı yönündeki su ekosistemlerini tehdit eder.

2- Ekonomik Maliyetler

Kentsel yayılma olgusu gelişmiş ülkelerin ekonomilerinin çeşitli sektörlerine büyük katkılar sağlasa da bunun çeşitli ekonomik zararları vardır. Bu zararların çoğu, bölgenin uzun süredir yaşayan sakinlerine yansıtılmakta veya genel olarak kamu tarafından karşılanmaktadır. ABD’de, bir şehir veya kasabanın mevcut nüfusu genellikle yeni sakinler taşınmadan önce bile yeni inşaat ve altyapıya para yardımında bulunmaktadır. Normalde mevcut mahalleler için harcanan vergi gelirinin bir kısmı yeni gelişime tahsis edilir. Sonuç olarak, eski mahallelerdeki hizmetleri (itfaiye ve polis koruması, yolların ve kamu hizmetlerinin onarımı gibi) sürdürmek için daha az kaynak mevcuttur ve birçok şehir ve kasaba bunu telafi etmek için genellikle vergileri artırmaktadır.

Yeni gelişen kentsel alanlardaki imar uygulaması, konut tiplerini büyüklük ve gelire göre ayırarak üst sınıfı, orta ve alt sınıflardan ayırmaktadır.

Konut sakinlerinin taşınmasıyla beraber yeni inşaata para harcadıktan sonra sırada otomobil sahibi olmanın getirdiği yüksek ulaşım maliyetleriyle mücadele etmek ve zaman alan işe gidip gelme sürelerine katlanmak var. Banliyöda yaşayanlar, şehirdekilere göre ortalama daha yüksek enerji ücreti ödemektedir. Buna ek olarak; evler, mağazalar, işyerleri ve okullar dağınık olduğundan, banliyöler okul çağındaki çocuklar için otobüs taşımacılığı, yol yapımı ve bakımı, enerji ve su dağıtımı için gerekli elektrik teli ve boruları gibi altyapı inşa etmek için kullanılan malzemelere daha fazla ödeme yapmaktadır.

Diğer ekonomik maliyetler ise genel olarak kamu tarafından karşılanmaktadır. Örneğin, yeni inşaatlar genellikle daha önce tarım için kullanılan arazilerde gerçekleşir. Bu arazi kentsel kullanıma dönüştürüldüğünde ormanlar, sulak alanlar ve otlaklar gibi doğal alanlar pahasına yeni tarım arazileri yaratılmalıdır. Sel kontrolü ve su arıtma gibi ekosistemin halihazırda sağladığı sel kontrolü ve su arıtma gibi bedava hizmetler arazi dönüşümü sürecinde genellikle kaybolur veya büyük ölçüde bozulur.

Yeni gelişen kentsel alanlarda, Euclidean zoning uygulaması konut tiplerini büyüklük ve gelire göre ayırarak üst sınıfı, orta ve alt sınıflardan ayırmaktadır. Bu tür ekonomik tabakalaşma, varlıklı sınıfın daha yeni konut alanlarına taşınmasıyla eski şehir mahallelerinde de meydana gelebilir. Tipik olarak bir çürüme dönemi başlar: vergi tabanı aşındıkça, yollarda ve kamu hizmetlerinde ihtiyaç duyulan onarımlar ertelenir veya iptal edilir.

3- Toplumsal Maliyetler

Birçok yetkili, kentsel yayılmanın toplumun yerel karakterini azalttığını savunmaktadır. Abartılı tabela ve cephelere sahip yaygın perakende zincirleri genellikle yeni gelişen alanlara ilk taşınanlardır. Küçük yerel işletmeler genellikle büyük mağazaların ve restoranların görsel kirliliği arasında kaybolur veya alışveriş merkezlerinde kümelenir. Bu tip mağazalar ve restoranlar daha büyük işletmelerle rekabet edemeyebilir veya büyük işletmeler lehine olan değişiklikler nedeniyle zarara uğrayarak kapanmak zorunda kalabilir. Tanıdık işletmelerin varlığı bölge sakinlerini rahatlatsa da, şehir merkezlerinde ve ticari bölgelerde bir topluluğu diğerinden ayıracak çok az şey vardır.

Kentsel Yayılmaya Alternatifler

Kontrolsüz yayılma tüm toplumlarda söz konusu değildir. Avrupa ve Kuzey Amerika’daki birçok toplum, kentsel yayılmanın etkileriyle mücadelede proaktif davranmıştır. Bazıları, ötesinde yapılaşmanın yasaklandığı veya ciddi şekilde kısıtlandığı kentsel büyüme sınırları geliştirirken, diğerleri yenilikçi arazi kullanımı planlama teknikleri veya toplum işbirliği yoluyla kentsel yayılmanın etkisini sınırlandırmaktadır.

1- Akıllı Büyüyen Topluluklar

Kentsel yayılmaya karşı birçok alternatif arasında neredeyse hepsi “akıllı büyüme” veya “yeni şehircilik” şemsiyesi altına yerleştirilebilir. Akıllı büyüme, kentsel alanların büyümesini yönlendirmek için tasarlanmış bir yönetim stratejisiyken yeni şehircilik, yaşanabilir ve yürünebilir mahalleler yaratmak için toplumun fiziksel tasarımına odaklanmaktadır. Her iki strateji de kendi yöntemleriyle, kentsel yayılma ile ilişkili tipik çevresel, ekonomik ve toplumsal maliyetlerin çoğu olmaksızın şehir ve kasabalarda ekonomik büyümeye teşvik etmektedir.

Akıllı büyüme savunucuları ekonomik büyümenin, toplumun canlılığının ve farklılığının yanı sıra, bölge sakinlerinin yaşam kalitesini koruduğu takdirde topluma hizmet edebileceğini iddia etmektedir. Bu hareket çeşitli ilkelere dayanmaktadır ve savunucuları her bir topluluğun hangi ilkelere bağlı kalacağı veya hangi ilkeleri vurgulayacağı konusunda kendi kararlarını vermesi gerektiğini kabul etmektedir. Tipik olarak “yeni şehircilik” unsurlarını içeren akıllı büyüme ilkeleri şu şekildedir:

  1. Herkes için konut fırsatlarında artış.
  2. Yaya dostu toplulukların oluşturulması.
  3. Vatandaşların toplumsal karar alma sürecine katılımının teşvik edilmesi.
  4. Kendine özgü ve benzersiz toplulukların geliştirilmesi.
  5. Özel sektörün katılımı akıllı büyüme için gerekli olduğundan, özel sektör için elverişli fırsatların yaratılması.
  6. Çeşitli arazi kullanım türlerinin topluma entegre edilmesi.
  7. Açık alanların, tarımsal alanların, tarihi yapıların ve alanların ve bölgeye kritik hizmetler sağlayan çevresel kaynakların korunması.
  8. Ulaşım seçeneklerinde artış.
  9. Mevcut mahalleleri dışlamak yerine, onları kapsayan kentsel gelişimin desteklenmesi.
  10. Enerjiyi verimli kullanan kompakt ev ve işyerlerinin tasarımı ve inşası.

Akıllı büyüme ilkelerini uygulayan şehir ve kasabaların yetkilileri tarafından kullanılan temel araçlardan birisi kentsel büyüme sınırlarıdır. Kentsel büyüme sınırları, kentsel genişleme için belirlenen alanları açık alanlardan ve bunun ötesinde tarımdan ayıran haritalanmış çizgilerin belirlenmesini içerir. Bu sınır, genellikle kent içinde gelişmeyi teşvik etmek, arazi spekülasyonunu ve sınır dışında bina yapımını engellemek için 20 yıllık bir süre boyunca aynı tutulur. Kentsel büyüme sınırının en iyi bilinen kullanımı Portland, Oregon’da gerçekleşmektedir. Sınır 1979 yılında uygulamaya konulmuştur. Portland’ın nüfusu 1973 ve 2008 yılları arasında yüzde 50 oranında artmasına rağmen, yeni inşaatlar kentsel büyüme sınırı içinde kalmıştır. O zamandan bu yana şehir merkezi kapsamlı bir yenileme ve canlandırma sürecinden geçmiştir ve sınır dahilindeki çoğu bölgeye etkin bir toplu taşıma sistemi ve bisiklet parkurları hizmet vermektedir.

Akıllı büyüme karşıtları, bu ilkeleri benimseyen toplulukların mevcut trafik sorunlarını daha da kötüleştirme, zaten aşırı kullanılan toplu taşımaya gereksiz yere yüklenme ve özel sektör için işletme maliyetlerini aşırı derecede artırma riski taşıdığını savunmaktadır. Bu durum da işletmeleri daha büyüme dostu kurallarla yönetilen bölgelere taşınmaya teşvik edebilecektir. Bazı muhalifler akıllı büyümenin yayılma sorununu çözmediğini çünkü şehirlerin ve banliyölerin artan yerel nüfusa hizmet etmek için eninde sonunda genişlemesi gerektiğini söylemektedir. Akıllı büyüme olsa olsa kentsel yayılmayı yavaşlatır, ancak bu tür politikaların uygulandığı yerlerde yayılmayı durdurmaz. Akıllı büyümenin diğer karşıtları, orta ve yüksek yoğunluklu gelişmelere odaklanmanın aslında gelişmiş alanlardaki biyoçeşitliliği azalttığını, çünkü tüm arazinin yoğun insan kullanımında olduğunu savunmaktadır.

2- Transit Köyler

Konut ve ticari alanları toplu taşıma ağları etrafında inşa edilen ve bu ağlar tarafından hizmet verilen transit köyler de akıllı büyüme hareketiyle ilişkilendirilebilir. ABD ve diğer ülkelerde otomobilin yaygın olarak kullanılmasından önce, genellikle elektrikle çalışan tramvaylar gibi toplu taşıma araçları insanları kentsel alanlara taşıyordu. Transit köyler, mevcut toplu taşıma hatlarının üzerinde yükselmek suretiyle bu eski fikri yeniden canlandırmaktadır. Özel otomobillere olan bağımlılığı azaltan yüksek yoğunluklu gelişmelerin inşasını teşvik etmeleriyle çevreciler için cazip olmaktadırlar. Örneğin, ABD’nin New Jersey eyaleti 1990’ların sonlarından bu yana birkaç transit köy inşa etmiştir.

3- Eko-köyler ve Koruma-Geliştirme

Eko-köyler, transit köylerden toplu taşıma hizmeti vermemesiyle ayrılır. Bunun yerine, yakın kasaba ve banliyölere gidip gelmek zorunda olan kişiler araç paylaşımı programlarına katılırlar. Ayrıca eko-köyler, köyün ekolojik sürdürülebilirliğini korumak için birbirleriyle işbirliği yapan politik nüfusla da karakterize edilir. Genellikle yakındaki çiftliklerde yerel olarak yetiştirilen gıdalarla beslenirler.

Buna karşılık, koruma-geliştirme tipik olarak şehirler ve banliyöler içinde yer alan bireysel konut alanlarını veya mahalleleri içerir. Bu gelişmeler, insanlar ve doğal çevre arasındaki karşılıklı bağımlılığı vurgulamak için belirli bir doğal özellik veya özellikler kümesi üzerinde merkezlenebilir.

***

Editör Notu: John Rafferty’nin Saving Earth Encyclopædia Britannica‘da yayınlanan The Problem of  Urban Sprawl başlıklı yazısı İLKE Analiz okurları için Elif Feyza Dinç tarafından tercüme edildi. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve İLKE Analiz’in editöryal politikasını yansıtmayabilir.


[1] Ambler Realty Company, Cleveland’ın bir banliyösü olan Euclid, Ohio köyünde 68 dönümlük bir araziye sahipti. Köy meclisi 13 Kasım 1922 tarihinde köyü çeşitli bölgelere ayıran bir imar yönetmeliği kabul etti. Yönetmelik, her bölgede izin verilen binaların kullanımını ve boyutunu tanımlıyordu. Ambler Realty’nin arazisi birden fazla bölgeyi kapsıyordu ve bu nedenle şirketin arazi üzerinde inşa edebileceği bina türleri önemli ölçüde kısıtlanmıştı. Ambler Realty, yönetmeliğin 14. değişikliğinin “Yasal Süreç ve Eşit Koruma” maddelerinde tanımlanan özgürlük ve mülkiyet korumalarını ihlal ettiğini iddia ederek köye karşı dava açtı. Bir federal bölge mahkemesi davayı kabul etti ve yönetmeliğin uygulanmasına karşı bir ihtiyati tedbir kararı verdi.

[2] Exurb, bir metropol bölgesinde banliyölerin ötesinde yer alan varlıklı bir yerleşim topluluğudur. Türkçe’ye “şehir dışında zenginlerin yaşadığı yerleşim yeri” olarak çevrilebilir.

0 yorum

Diğer Yazılar