Misafir İşçilikten Beyin Göçüne: Türkiye-Almanya Arasındaki 60 Yıllık Göç Hikayesi - İLKE Analiz

Misafir İşçilikten Beyin Göçüne: Türkiye-Almanya Arasındaki 60 Yıllık Göç Hikayesi

Atakan Durmaz

İkinci Dünya Savaşı sonrasında savaştan harap olan Avrupa’nın yeniden inşası sürecinde, ihtiyaç duyulan sermaye büyük oranda ABD’den sağlanırken, işgücü çoğunlukla diğer ülkelerden temin edilmeye çalışılmıştır. Türklerin göç hikâyesi de büyük oranda bu ihtiyacı karşılama süreciyle başlar. Önce 1961 yılında Türk ve Alman Hükümetleri arasında imzalanan işçi alımı anlaşması, sonra Avusturya, Belçika, Hollanda, Fransa ve İsveç’le yapılan anlaşmalar. Bu anlaşmalarla 1961 ile 1975 yılları arasında yaklaşık 1 milyon Türk işçisi çalışmak için Batı Avrupa’nın çeşitli ülkelerine göç etti. Ve 60. yılını dolduran bu göç sürecinde yaklaşık 6 milyon Türk, büyük çoğunluğu (yaklaşık 3.5 milyon) Almanya’da olmak üzere, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde hayatlarını idame ettiriyorlar. Peki, bu süreçte dönüm noktaları hangi zamanlar? Türklerin Batı Avrupa’daki göç hikâyesi sadece misafir işçi sürecinden mi ibaret yoksa farklı gruplardan mı oluşuyor? Bu süreçte niteliksel bir dönüşüm yaşandı mı? Bu yazıda, genel olarak yukardaki sorular çerçevesinde Türkiye-Almanya arasındaki 60 yıllık göç sürecini ele alarak, beyin göçü konusundaki güncel tartışmalara farklı bir bakış açısı kazandırmaya çalıştım.

Türkiye-Almanya arasındaki beyin göçü sürecine değinmeden önce iki ülke arasındaki göç sürecinin geçmişini incelemekte fayda var. 1945-1973 yılları arasında Batı Avrupa’nın yeniden inşa edilmesinde gereken işgücünü temin etmek için göçü arttırmak ve teşvik etmek için uygulanan politikalarla başlayan süreç, 1973 yılında, Türk misafir işçilerin Almanya’nın yabancı iş gücünün % 23’ünü oluşturduğu bir boyuta ulaştı. 1970’lerin ortalarında, yaşanılan ekonomik krizlerin (petrol krizleri) ve konjonktürel değişiklerin etkisiyle Avrupa’da uygulanan politikalar tersine döndü ve başta Almanya olmak üzere çoğu ülke öncelikle gelen göçü önlemeye daha sonra ise niteliksel olarak seçici olmaya yönelik politikalara yöneldi. Ancak beklentilerin aksine, birçok Türk göçmenin Almanya’da kalmayı tercih etmesinin yanı sıra, aile birleşimi, sığınmacılık ve mültecilik gibi çeşitli yollarla da Almanya’daki Türk göçmen nüfusu giderek arttı. 2000’li yılların ortalarına kadar Türkiye-Almanya arasındaki göç akımının en önemli özelliği genel olarak Türkiye’den Almanya’ya doğru tek yönlü bir göç akımının olmasıyken, sonraki dönemde bu tek yönlülük yerini karşılıklı bir akıma bıraktı.

2000’li yıllara kadar baktığımızda, Almanya’ya Türk göçünün farklı evrelerde gerçekleştiği görülüyor. 1961-1973 arasında yoğun olarak misafir işçilerden oluşan göç akımı, 1970-2000 yılları arasında aile birleşimi, sığınmacılık ve mültecilik gibi farklı kaynaklardan oluşan bir süreç şekline büründü. Bu açıdan bakıldığında Türkiye-Almanya arasındaki göç hikâyesinin etkenler, göçmen niteliği ve süreç açısından farklı unsurlardan oluşan heterojen bir kurgunun ürünü olduğu söylenebilir. 1990’lara kadar bu göç süreci daha çok işçi dövizleri ve yabancı sermaye stoku ekseninde tartışılırken, 1990’lardan sonra göç edenlerinin niteliğinin de değişmesine bağlı olarak, bugünlerde olduğu gibi beyin göçü ve etkileri konulu tartışmalara evrildi. 

Ancak 2000’li yılların ortalarında iki ülke arasındaki göç davranışlarında meydana gelen değişim Türkiye’de pek dikkate alınmadı. Özellikle 2006-2015 yılları arasında her iki ülkedeki etkenlere de bağlı olarak (Almanya’da aile birleşmesi ile ilgili düzenlemelerin sıkılaştırılması, Türkiye’nin ekonomik göstergelerinin gelişme göstermesi ve iki ülke arasında yaşanan siyasi gelişmeler) pek çok nitelikli Türk, Almanya’dan Türkiye’ye göç ederek önceki dönemlerdeki tek yönlü göç hareketinin dengelenmesine neden oldu. 2006-2018 yılları arasında toplam 431.865 kişi Türkiye’den Almanya’ya göç ederken, 429.117 kişi de Almanya’dan Türkiye’ye göç etti. Her ne kadar 2015 yılından sonra, Türkiye’de yaşanan gelişmeler (siyasi alanda yaşanılan gelişmeler, işgücü piyasasında yaşanan daralma vb.) iki ülke arasında yaşanan bu nitelikli işgücü hareketliliğinin tekrar Almanya’nın lehine dönmesine neden olsa da, iki ülke arasındaki göç süreci başka bir boyuta taşındı. Yapılan çalışmalar, bahsedilen dönemde, Almanya’dan Türkiye’ye göç eden 429.117 kişiden 25.000’den fazlasının yüksek nitelikli işgücü olduğunu ifade eder. Nitekim bu dönemde Almanya’da bu geri dönüşler önemli bir gündem oluşturdu ve uygulanan politikaların etkinliği sorgulanır hale geldi.

Grafik-1. 1964-2018 Yılları Arasında Türkiye-Almanya Arasındaki Göç Hareketleri – Kaynak: Federal İstatistik Ofisi, 2018

Türkiye’de son dönemde yaşanan pek çok olay ve bu olayların sonuçları neticesinde, nüfusun iyi eğitimli ve nitelikli bir kesiminin göç eğiliminin arttığı ve göç ettiği rakamlarla ortada ve bu durumu durdurmaya ve tersine çevirmeye yönelik bir dizi politikalar uygulanmakta. Bu beyin göçünün ilk adreslerinden birisi de Almanya. Ancak bence beyin göçü olgusunu Almanya özelinde tartışırken biraz farklı bir bakış açısıyla hareket etmekte fayda var. Klasik beyin göçü tartışmaları sosyalizasyon sürecini anavatanında tamamlayan nitelikli bireylerin başka bir ülkeye fiziksel olarak göç etmesine odaklanır. Ancak Almanya 60 yıldır Türk Diasporasına ev sahipliği yapan bir ülke olarak farklı nesillerin ve farklı sosyalizasyon süreçlerine sahip bireylerin yaşadığı bir ülke. Başka bir ifadeyle, sosyalizasyon sürecini Almanya’da tamamlamış, birkaç kuşaktır Almanya’da yaşayan yüksek nitelikli bireylere de ev sahipliği yapıyor. Bu açıdan baktığımızda bu kişilerin Almanya’da bulunması Türkiye açısından beyin göçü olarak algılanmazken, Türkiye’ye dönmeleri tersine beyin göçü olarak değerlendirilir.

“Beyin göçü olgusunu Almanya özelinde tartışırken biraz farklı bir bakış açısıyla hareket etmekte fayda var.”

Bu açıdan iki ülke arasındaki beyin göçü olgusuna ilişkin tartışmaların bu eksende değerlendirilmesinde fayda var. Türkiye’de son dönemde başta sağlık ve bilişim sektörü olmak üzere çeşitli sektörlerde çalışan nitelikli işgücünün Almanya’ya göç ettiği ya da eğilimde olduğuna yönelik tartışmalar var. Bu tartışmaları biraz 2006-2015 yılları arasında Almanya’daki tartışmalara benzetiyorum. Grafik 1’de görüldüğü gibi söz konusu dönemde Almanya’dan Türkiye’ye gelenlerin sayısı Türkiye’den Almanya’ya gidenlerin sayısından daha fazla ve bu süreçte 25.000’den fazla yüksek nitelikli bireyin göç ettiği tahmin edilmekteydi. Almanya o dönemde ülkedeki entegrasyon politikalarını yeniden değerlendirerek bu tersine göçü durdurmaya yönelik politikalara yönelmişti. Şimdi de benzer bir durumu Türkiye yaşıyor. Ancak Türkiye’deki tartışmalar hep ülke sınırları içerisindeki iyi eğitimli bireylerle sınırlı. Oysa, Tablo 1’deki verilerde görüldüğü gibi Türkiye’nin hem niteliksel hem de niceliksel olarak büyük bir diaspora nüfusu var.

Tablo 1. Mesleki Dağılıma Göre Almanya Nüfusu (2012)

Sonuç olarak, 60 yılda misafir işçilikten büyük bir nüfusa sahip diasporaya evrilen Türkiye-Almanya arasındaki göç süreci son dönemde Türkiye’den Almanya’ya beyin göçü olgusu ekseninde tartışılmaya devam ediyor olsa da, benzer bir tartışma Almanya’dan Türkiye’ye dönenler ekseninde de sürdürülmekte. Bu da bize iki ülke arasında beyin sirkülasyonu diyebileceğimiz bir sürecin yaşandığını gösteriyor. Bence, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin bu kadar geliştiği ve yaygınlaştığı bir dünyada fiziksel hareketliliği sınırlandırmaya ya da tersine döndürmeye yönelik politikaların etkinliği yok. Bırakın yüksek nitelikli işgücünü, niteliksiz işgücü bile göç etmeye karar verdiğinde bu kararı uygulayabileceği çok sayıda seçeneği söz konusu. Ayrıca fiziksel hareketliliğin bir sorun olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusu. Bence bilgi ve beşeri sermayenin bu denli önemli bir hale geldiği dünyada odaklanılması gereken konu fiziksel göç olgusundan ziyade fikirsel göç olgusudur. Bu nedenle bilginin hangi fiziksel ortamda üretildiği değil onun nerede üretime dönüştürüldüğü ve nasıl daha verimli kullanılacağı üzerine odaklanılması gerekmektedir.

0 yorum

Diğer Yazılar

Yorum yap