İLKE İlim Kültür Eğitim Vakfı 29 Ocak 2022’de Geleceğin Türkiyesinde Kültür Politikaları rapor lansmanını gerçekleştirdi. Geleceğin Türkiyesi raporları ile uzun vadede neleri amaçlıyorsunuz ve sizce bu raporun en dikkat çekici özelliği nedir? (Lütfi Sunar)
Biz İLKE Vakfı olarak geçmişin çok konuşulup şimdinin ise betimsel bir bakış açısıyla işlenip geçilmesi yerine, geleceğe dair ufuk ve plan çizen araştırmalar yapmak gerektiğini düşünüyoruz. İLKE Vakfı olarak dünyanın ve Türkiye’nin nabzını ölçen ilke koyucu, çözüm vaat eden çalışmalar ile Türkiye’nin gelecek vizyonuna katkı sunmayı amaçlıyoruz. Bu bağlamda Geleceğin Türkiyesi projesi ile farklı alanlarda raporlar yayınladık. Kültür Politikaları raporu da bu serinin yedinci eseridir.
Türkiye’de kültür alanında stratejik bir bakış üretebilmiş değil. İyi hazırlanmış bir strateji için öncelikle kuvvetli bir veri zemini olması; ihtiyaç, fırsat ve tehditlerin iyi tespit edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu sebeple bu raporda öncelikle alana dair bilgi ve verileri bir araya getirerek etkili bir biçimde analiz ettik. Bununla yetinmeyerek Türkiye için gerçekçi ve uygulanabilir bir kültür politikasının nasıl olması gerektiğini de sunmaya çalıştık.
Raporun en çarpıcı vurgusu Türkiye’de kültür politikalarında bir bütünlüğün olmamasıdır. Son yirmi yılda farklı kültürel sektörlerde önemli gelişmeler yaşansa da bu gelişmeler bütüncül bir şekilde gerçekleşmemiştir. Bu sebeple Türkiye’nin gelecek odaklı bir kültür politikası ve stratejisine ihtiyacı var.
Bir diğer ana vurgu ise kültür alanının turizm ile konumlandırılmamasıdır. Bu konuda müstakil bir Kültür Bakanlığı kurulması gerektiği kanaatindeyim. Bu hem turizm için hem de kültür için son derece gerekli. Bunun yanı sıra Türkiye’de kültür, devlet ve toplumun tam da üzerinde uzlaşması gereken bir alan olması gerekiyorken hep bir ideolojik çatışma konusu olagelmiştir. Bu dar çerçeveden sıyrılıp kültür politikaları siyasi çekişmelerin ve ideolojilerin üstünde bir mesele olarak ele alınmalıdır.
Türkiye’de kültür, devlet ve toplumun tam da üzerinde uzlaşması gereken bir alan olması gerekiyorken hep bir ideolojik çatışma konusu olagelmiştir.
Türkiye kendi kültürel mirasını ve birikimini iyi değerlendirip toplum ile barışık üretken ve verimli bir kültür alanı inşa etmek üzere bir strateji belirlerse faydalı ve hayırlı bir kültür alanına sahip olabilir. Bu durum ayrıca küresel pazardan ciddi bir pay almayı da mümkün hale getirebilir. Dolayısıyla ihtiyaç temelli, topluma faydalı ve kuşatıcı bir kültür iklimi için politikaların bilinçli bir şekilde inşa edilmesi gerekiyor.
Türkiye’de akademik ve entelektüel açıdan kültür politikaları ve kültür alanı tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu rapor nerede konumlanmaktadır? (Osman Ülker)
Kültürle ilgili tartışmaları tarihsel olarak ele almak gerekir: Cumhuriyetin ilk yıllarında öncelikle ulusal kültürün nasıl olması gerektiği tartışmaları yapılmıştır. Fakat ideolojik sebeplerle ulaşılan sonuç, Batı tekniğini kullanarak yerel içerikli sanat üretmek gibi dar bir anlama sıkışmış. Bu yaklaşım istenilen sonucu vermemiş, hatta parçası olunmak istenen Batı’da bile bu durum eleştirilmiştir. Bunun üzerine 1960’larda “özgünlük” meselesi gündeme gelmiştir. Fakat 1990’lara kadar yine biçim olarak Batı’yı kullanmanın kurtuluş olacağı düşünülmüştür. Bu sebeple ne özgün politikalar üretilebilmiş ne de kültürel üretim alanı kendi potansiyelini keşfedebilmiştir.
Günümüzde ise açık konuşmak gerekirse kültür politikaları hakkında akademik ve entelektüel çevrelerde çok tartışmanın yapıldığını söylemek mümkün değildir. Kültür alanı akışına bırakılmış bir görüntü arz etmekte ve endüstriyel yönüne odaklanılmaktadır. Dünyada kültür-sanat alanında hızlı değişimler yaşanırken biz ülke olarak bunları yakalamak bir tarafa dönüşümünün ancak nesnesi konumunda kalıyoruz. Hazırladığımız bu rapor öncelikle bir durum tespiti yapmaktadır. Kültürle ilgili meselelerde nerede olduğumuzu göstermektedir. Bunu yaparken yoruma dayalı soyut çıkarımlar yerine, somut verilerin ışığında yol aldık. Üstelik amacımız “kültür politikası şu olmalıdır” gibi mutlakiyetçi bir çaba değil, kültür politikalarının hangi parametrelere dayanarak nasıl olması gerektiğini ortaya koymaya çalışmaktır.
Türkiye’de kültürel iktidar tartışmasında toplum niçin dönüştürülmesi gereken bir “nesne” olarak görülmektedir? (Osman Ülker)
Kültürel iktidar meselesi son 10 yıldır tartışılan bir konu ama bu iktidarın yeni kurulduğu anlamına gelmez. Türkiye’de Cumhuriyetinin ilanından sonra kültürel üretim alanı Osmanlı döneminden miras sanatlar ve felsefesinden temizlenmiş, batı estetiğinin üretilmek istendiği bir alan olarak yeniden inşa edilmiştir. Bu noktadan itibaren kültür alanına bu düşünce hâkim olmuş ve hem toplum üstünde hem de kültürel üretim alanında bir iktidara dönüşmüştür. Bu tamamen bilinçli yapılmıştır çünkü o dönemdeki amaç, toplumun “çağdaş” olarak isimlendirilen bir formda dönüştürülmek istenmesidir. Bu proje çökmüş olsa bile, felsefesi kültürel alanda kalmıştır. Bu düşünceye sahip olmayanların kültür-sanat alanına girmesine müsaade edilmemiş ve bazı kesimlerin faydalandığı kültürel bir iktidar biçimi ortaya çıkmıştır.
Bir grubun ya da ideolojinin kültürel alanda diğerleri üzerinde iktidar kurması; alanı daraltmaktan, siyasallaştırmaktan ve topluma zarar vermekten başka bir işe yaramıyor.
Günümüzde kültürel iktidar tartışmasının AK Parti üzerinden yürüdüğünü görüyoruz. “AK Parti ya da muhafazakârlar kültürel iktidarı elde edemedi” gibi bir yargı, bir kesim için “edemez” anlamında kullanılırken diğer bir taraf ise “etmeli” gibi bir hayıflanma vurgusu içermektedir. Halbuki Türkiye tarihi, belli kesimlerin kültürel iktidar kurmasının açtığı yaralarla doludur. Bir grubun ya da ideolojinin kültürel alanda diğerleri üzerinde iktidar kurması; alanı daraltmaktan, siyasallaştırmaktan ve topluma zarar vermekten başka bir işe yaramıyor. Çünkü kültürel iktidar kurmak isteyenlerin birincil hedefi toplumu değiştirmek oluyor. Birileri kültürel alanda daha etkin konumda olabilir, bu doğaldır ama bunu toplum üzerinde bir iktidar biçimi haline dönüştürmemelidir.
Cumhuriyetin kültür devrimlerinin başarılı veya başarısız olduğunu iddia edebilir miyiz? (Osman Ülker)
Önceki sorularda bu sorunun kısmen cevabını vermiş oldum aslında. Tek parti dönemi tam olarak toplum üzerinde bir kültürel devrimin yapılmak istendiği yıllar olmuştur. Üstelik bu Kemalizm ile ilgili her zaman ifade edilen tepeden aşağıya doğru (top-down) bir zorlama ile gerçekleştirilmek istenmiştir. Toplum buna direndiğinde ise “cahil” ya da “gerici” olarak görülmüştür. Peki bu devrimler çok partili hayata geçildikten sonra bitmiş midir? Teorik olarak evet. Öncelikle bu devrimlerin çeşitli sembollerinin yıkıldığını görüyoruz: Mesela ezanın tekrar aslına uygun okunması gibi. Ya da Köy Enstitüleri’nin kapatılması gibi. Fakat Kemalizm devletin iliklerine işlemiş bir düşünce biçimi olarak devam etmiştir. Toplumun dönüştürülmesi gerektiği fikri, ya da doğu-batı, geleneksel-çağdaş, gerici-ilerici gibi ikilikler üzerinden toplumu kutuplaştıran düşünce biçimi farklı formlarda yaşamaya devam etmiştir. 28 Şubat süreci, toplumun “gerici” olarak görülen kısımlarının en azından şekil olarak “çağdaşlaştırılmaya” çalışılması değil miydi? Günümüzde halen Türk-İslam sanatlarını hor gören bir kesimin olması aynı yaklaşım biçiminin bir yansımasıdır. Bir örnekle bunu somutlaştırayım: Elinize Cumhuriyet dönemini konu alan herhangi bir sanat tarihi kitabı alın, içinde Türk-İslam sanatlarına dair bir bölüm bulamazsınız. Peki Cumhuriyetten sonra bu alanda sanat üretimi yapılmadı mı? Evet yapıldı ama birçok sanat tarihçisine göre Cumhuriyet kültürü sadece “çağdaş” olarak isimlendirilen Batı sanatlarından ibaret olmalıdır. Kısacası tek partili dönemde yapılmak istenen kültür devrimi tamamlanamamıştır fakat bunun etkisi kültür alanını hala efsunlamaya devam etmektedir.
Son yirmi yılı ele aldığımızda AK Parti hükümetinin kültür politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? (Osman Ülker)
Ak Parti hükümetinin kültürle ilgili politikalarını incelediğimizde AB uyum süreci ve AB uyum süreci sonrası olarak iki ana bölüme ayırmamız mümkündür. 2010’lu yılların başlarına kadar AB uyum sürecinin baskın olduğunu görüyoruz. Bu dönemde kültür işlerinin doğrudan üretilmesi yerine sivil toplum ve özel sektörün kültür politikalarına destek vermesi amaçlanmıştır. AB ile ilişkilerin zayıflamasıyla birlikte uyum süreci politikaları da kısmen sonlandırılmıştır. Fakat ikinci dönem, Kültür ve Turizm bakanlığının bir öncekine nazaran hedefsiz kaldığı bir dönem olmuştur. Günümüzde bakanlığın ürettiği kültür politikalarının temel felsefesi nedir? Buna cevap vermek kolay gözükmüyor. 2018 yılında hazırlanan 5 yıllık strateji planında bakanlığın kendisinde zayıflık olarak gördüğü ilk madde kültür politikalarının yeterince etkili olmamasıdır. Bakanlığın kendisine yönelik böyle bir öz eleştiride bulunması güzel ama hazırlanan stratejik planın bunu aşmak için hazırlanmış olması gerekmektedir. Strateji planı detaylı incelendiğinde 5 yıl içinde her bir alanda büyüme ve rakamları arttırmaktan başka büyük bir hedefin olmadığı da görülür.
AB uyum süreci sonrası dönemde kültür politikalarının güçlü bir felsefi eksene oturduğu söylenemez.
Bununla birlikte AK Parti döneminde gerçekten kültür endüstrisinde bir büyüme olduğu gerçeği de yadsınamaz. Ak Parti’nin kültür ve sanata önem vermediği ya da sinema, tiyatro ve opera gibi sahne sanatlarına yatırım yapmadığı ifadeleri doğruyu yansıtmıyor. Bunu raporumuzu incelediğinizde net olarak görebilirsiniz. Son yirmi yıl hem kültür alanındaki sektörlere en çok desteğin verildiği hem de birçok alanda rakamların katlanarak arttığı bir dönem olmuştur. Bu bakımdan, kanaatimce, AK Parti, sektörü güçlendirerek hem kültür endüstrisinin cirosunu arttırmak bakımından (ki böylece sanat alanında daha çok istihdam imkânı da doğmuştur) hem de toplumun sanatla daha içli dışlı olmasını sağlaması bakımından doğru adımlar atmıştır. Fakat AB uyum süreci sonrası dönemde kültür politikalarının güçlü bir felsefi eksene oturduğu da söylenemez.
Kültürel diplomasi alanında Türkiye, dünya ile karşılaştırıldığında nerede durmaktadır? Açılan ofis ve faaliyet sayısındaki artış bir başarı göstergesi olarak ele alınabilir mi? (Firdevs Bulut Kartal)
Kültürel diplomasi alanında Türkiye henüz politikalarını yeni geliştirmiş bir ülkedir. Elbette bu, ülkenin uzun süredir devam eden yumuşak güç kaynaklarının olmadığı anlamına gelmez. Türkiye 1960’lardan bu yana insani yardım, altyapı ve bölgesel kalkınma projeleri ile birçok ülkeyle kamu diplomasisi yürütmüştür. 2000’li yıllarda kültürel diplomasinin yeniden yapılandırılması ve Türkiye’nin uluslararası açılım politikaları ile de Türkiye kendi kültürel diplomasi tanımını oluşturmuştur. Bu konuda özellikle yeni yüzyılın ilk on yılında belirli bir seviyede başarı sağladığımızı ifade edebiliriz ancak bunun her zaman daha ileriye taşınması ve ataletten kurtulması gerektiğini de söylemeliyiz. Asıl başarı, kurumsal yollarla değil daha doğal yollarla gerçekleştirilen kültürel diplomasi faaliyetlerinde gizlidir. Uluslararası alanda geniş kitlelere ulaşabilecek film, müzik, dizi, edebiyat gibi alanlardaki başarılar bizi bu konuda daha iyi bir noktaya taşıyacaktır.
Uluslararası alanda geniş kitlelere ulaşabilecek film, müzik, dizi, edebiyat gibi alanlardaki başarılar bizi kültürel diplomaside daha iyi bir noktaya taşıyacaktır.
T.C. Dışişleri Bakanlığı, Yunus Emre Enstitüsü, TİKA, YTB gibi birçok kamu kurumu kültürel diplomasi alanında faaliyet gösteriyor. Siz Türkiye’nin bütüncül bir ortak hedef ve vizyona sahip kültürel diplomasi politikası olduğunu düşünüyor musunuz? (Firdevs Bulut Kartal)
Kamu kurumlarının kültürel diplomasi konusunda her zaman önemli bir yeri olmuştur ve bu tüm ülkelerde böyledir. Fakat bu kurumların bütüncül bir hedefe yönelik hareket ettiğini söylemek çok mümkün olmamıştır. Bu kurumların her biri kendi kaynakları çerçevesinde hareket etmekte, kendi odak noktalarını oluşturmaktadır. Ayrıca bu kurumların mevcut siyasi düzene entegre bir şekilde hareket etmeleri, yapılan proje ve eylemlerin sürekli bir öncekinin tekrarı halinde devam etmesine sebep olmuştur. Bütüncül bir kültürel diplomasi politikası ise, içinde bulunduğumuz yüzyılda birçok ülke için artık sınırları çok belirsizleşmiş bir kavramdır. Türkiye’nin bütüncül bir politikası olmaması bu konudaki faaliyetlerin sonuç vermeyeceği anlamına gelmez. Fakat bütüncül bir hedef, politikadan ayrı tutulmalıdır. Bu hedefi belirlemek ise bu tür kurumlar ve kültür sanat çevrelerinin başarabileceği bir durumdur. Gerçekçi ve sürdürülebilir kültürel diplomasi hedefleri ise ancak önceki pratiklerin dışına çıkabilmek, yaratıcı ve yenilikçi olabilmek ile mümkün olacaktır.
Türk dizilerinin sektörel bazda ihracat kalemi olarak ciddi bir başarı yakalamış olmasının kültürel diplomasiye olumlu bir yansıması var mıdır? (Firdevs Bulut Kartal)
Türk dizileri ve filmleri şu an açık ara Türkiye’nin en önemli kamu dışı kültür diplomasisi ve yumuşak güç araçlarını oluşturuyor. An itibariyle dünyada en çok dizi ihraç eden ikinci ülke Türkiye’dir. Bu sebeple elbette Türk dizilerinin dünya çapında yaygınlaşması kültür diplomasimizi etkilemiştir. Fakat Türk dizilerinin en çok izlendiği ülkelerde, sınırları belirlenmiş odak gruplarla çalışmalar yapılmaya devam edilmelidir Dizilerimizin Türkiye’nin imajına katkı sağladığı kadar zarar verip vermediği de gözden geçirilmelidir. Bu konuda yapılacak araştırmaların her bölge için farklı olması gereklidir. Çünkü her ülke ve bölge; kendi halkının inançları, ilgi alanları ve görmek istediği şeylere göre diğer ülkelerle dizi alışverişinde bulunur. Bu tür faktörler her zaman göz önünde bulundurulmalı ve konuya dair saha araştırmaları arttırılmalıdır.
Bahsi geçen Geleceğin Türkiyesinde Kültür Politikaları raporuna buradan ulaşılabilirsiniz: https://bit.ly/32H9FG6